İstanbul Bülten Sayı 63/2002 Yıl : 13 BAŞYAZI


NEDEN SAVAŞALIM Kİ? 

Cemal GÖKÇE
İMO İstanbul Şube Başkanı

 

Geçtiğimiz 2 yıl siyasi ve ekonomik depremlerin oldukça yoğun yaşandığı yıllar olarak tarihe geçti. 2003 yılına ise, bu depremlerin ortaya çıkardığı yeni bir hükümetle giriyoruz. Bugünler, geleceğe yönelik stratejik kararların alınması gereken yoğun gündemli bir dönem olarak oldukça büyük bir önem taşıyor. Olası bir Irak Savaşı, AB'ye tam üyelik süreci, Kıbrıs sorunu, IMF denetiminde sürdürülen ve devam edeceği anlaşılan ekonomik program ve bunlara bağlı olarak, yapılması düşünülen yapısal reformlar var. Ayrıca, genel ekonomik duruma bağlı olarak inşaat sektörüne yapılan yatırımların giderek azalması, bu sektörde çalışanların işsiz kalmalarının yanında, önemli bir istihdam sorununu da gündeme getiriyor. 

Türkiye'de alt yapı yatırımları, 1998 yılında 6.2 milyar dolar olarak gerçekleşmişken, 2001 yılının ilk altı ayında 2.4 milyar dolar, 2002 yılının ilk altı ayında ise bu oran 1.3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 

1991 yılında yaşanan Irak Savaşı'nın ülkemize getirdiği maliyetin 50 milyar dolardan fazla olduğu biliniyor. Üstelik Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesinin Birleşmiş Milletler zemininde yarattığı meşru bir durum varken, "bir koyup beş almanın" hevesi bize, oldukça pahalı bir bedel de ödetmiştir. 

Artık "Saddam'ın Yaramazlıklarının" birer bahaneden ibaret olduğu, bu savaşın Ortadoğu'nun ve Orta Asya'nın geleceğini, açıkçası dünyanın geleceğini yeniden biçimlendirecek bir "petrol ve doğalgaz" savaşı olduğu biliniyor. Bu savaşın maliyetinin de bugünden kestirilmesi olanaklı değildir. 

Bu savaşın ne kadar süreceği, hangi derecede olacağı, dış ticaretin ve turizmin ne kadar kesintiye uğrayacağı bugünden söylenemez. Durma noktasına gelen yatırımların, artan işsizliğin, üretilecek değerlerin maliyetinin hiç de az olmayacağı, dolara bağlı ülke ekonomisinin, doların değer artışıyla birlikte son derece ciddi sıkıntılar yaşayacağını söylemek için geleceği bilen (!) olmaya da gerek yok. 

Sayın Bülent ECEVİT, 1974 yıllarına yönelik olarak bir TV programında ABD'nin, "Eğer haşhaş ekmeye devam ederseniz camilerinizi vururuz, başınıza yeni işler açarız" diye bizi tehdit ettiğini ifade etti. Böylece daha sonrası yıllarda başımıza açılan "belaların" kaynağı da bir kez daha Sayın ECEVİT tarafından ifade edilmiş oldu. 

1950 yılından bu yana ABD'nin ülkemizdeki askeri varlığı biliniyor. Bugün Mersin Limanı'nın derinleştirildiğini, ülkemizin diğer liman ve üslerinin ABD'nin denetimine açılmak üzere incelendiğini biliyoruz. Bir yandan, 100-200 bin ABD askerinin ülkemizde konuşlandırılmasının hesapları yapılırken bir yandan da, ABD'den alınacak para miktarının arttırılmasının hesapları yapılıyor. Ayrıca, bir dizi gerekçelerle bu savaşı zorunlu bir savaş olarak görüp, içinde yer almanın kaçınılmazlığının hesapları da yapılıyor. 

Neden savaşalım ki? 

Evrensel değerler açısından faydacı bir anlayışla savaşa yaklaşılmamalıdır. Ahlaki ve ekonomik açıdan savaşın maliyeti son derece yüksektir. 

Bir ülkenin dış politikası belirlenirken asıl amaç; ulusal çıkarların korunması temelinde konulara bakılarak, bir yol haritasının oluşturulmasıdır. Bu anlayış, öncelikle yakın komşulardan başlayarak başka ülkelerle karşılıklı ilişkiyi ve işbirliğini de elbette ki gerekli kılmaktadır. Demokratik bir iç işleyişi, rasyonel bir dış politikası olan hiçbir ülkede halk, "meşru bir savunma" dışında savaşa gönül vermez vermemelidir. 

Bu bağlamda bütün meslektaşlarım, başımıza yeni belalar açacak Ortadoğu'nun ve Orta Asya'nın "Petrol ve Doğalgazına" el koyma savaşına karşı çıkmalıdır. 

 

Hizmet Ticaretinin Serbestleşmesi (GATS) 

1950 yılından bu yana az gelişen veya gelişmekte olan ülkeler uluslararası mali kuruluşlar tarafından sürekli olarak borçlandırılmıştır. Bu borç ilişkisi sürekli bir bağımlılık da yaratmıştır. Bu bağımlılık ilişkisinde ortaya çıkan borç yükü, 1980'li yıllarda 130 milyar dolar mertebesinde iken bugün, 1,5 trilyon dolara ulaşmıştır. Bu borçlanmalar ulus devletlerin, uluslararası mali kuruluşlara bağımlı kalmasını, tek taraflı bağımlılık ilişkisinin ortaya çıkmasına da neden olmuştur. 

Bilindiği gibi uluslararası tahkim konusu, 1999 yılında ülkemizin gündemine girmiştir. Tahkim, "herhangi bir uluslararası kuruluşun, çıkan anlaşmazlık durumunda ticari faaliyetlerde bulunduğu ülkenin hukukuna göre değil de, uluslararası para kuruluşlarının belirlediği bir hakem kurulunun yetkili olmasını tanımlayan" bir anlaşma olarak gündeme gelmiştir. 

GATS konusu da, hizmetler ticaretinin serbest olmasını amaçlayan bir anlaşma olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla yaşamın her alanında, Serbest Hizmetler Ticareti gündeme gelmektedir. Bu kapsamda lüks hizmetlerle, eğitim,sağlık gibi temel kamusal hizmetler bir arada yer almaktadır. 

GATS, Bir yandan tüketici birey tarafından tüketilen hizmetleri, bir yandan da mal ve proje hizmetleri üreten şirketlerin kullandığı hizmetleri kapsamaktadır. Aynı zamanda halkın gereksinimi olan ara hizmetleri de aynı pota içinde eritmeye çalışmaktadır. Bir yandan da uluslararası hizmet firmalarının, mal üreten firmalarla bir bütünlük içinde olmasını gündeme getirmektedir

Açıktır ki, böylesi bir entegrasyon ve antlaşma, bütün mal ve hizmet alanlarında yeni kuralların belirlenmesinin yanında, uluslararası ticari kuruluşların hukukunu korumaya yönelik bir işlevde üstlenmektedir. 

Bu bağlamda uluslararası kuruluşlar ulusal pazarlara girerken, karşılarına çıkan her türlü kamusal düzenleme ve rekabetin yanında, diğer korumacı engellerin ortadan kaldırılmasına da yol açarlar. Bu noktada geçtiğimiz yıl ülkemizde yapılan bir dizi yasal değişikliklerin gerçek nedenini anlayabilmek için; bir yandan kamu kaynaklarının kar amaçlı uluslararası şirketlerin tekeline girmesini gündeme getirecek, diğer yandan da; tek tek ülkelerde kamu hizmetlerine ilişkin yasal düzenlemelerin, küreselleşme ticaretinin gereklerine uydurulmuş olmasını zorunlu kılacaktır. Dolayısıyla, "Hizmetler Ticaretinin Serbest Dolaşımı" konusu uzunca bir süre ülkemizde, mühendis ve mimarlarımızın AB ölçeğinde iş bulma olanaklarının yaratılmasının yanında, hizmetlerini de serbestçe sunmaları olarak anlaşılmaktadır. 

Oysa, Hizmet Ticaretinin Serbest Dolaşımı, bir yandan çok uluslu şirketlerin ticari düzeyde yeni varlıklar edinmesini, bir yandan da sermaye ihracatının önündeki Pazar payı sağlama engellerinin (pazara girmelerinin) ortadan kaldırılması olarak gündeme gelmektedir. Bu kapsamda uluslararası şirketler, kendi personellerini rahatlıkla az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere götürebilmektedirler. 

Az gelişmiş ülkelerin iş bekleyen mühendis ve mimarları, gelişmiş ülkelerin denetimi ve kabulü olmadan; ne uluslararası iş gücü hareketinin serbestleşmesi olanaklı olabilir, ne de gerçek kişilerin (mühendis ve mimarlarında) hareketi ve iş edinmeleri olanaklı olabilir. 

Ancak, kamusal kaynaklar kullanılarak eğitilen nitelikli mühendislerimiz ve mimarlarımız, beyin göçü kapsamında uluslararası kuruluşlarda çalışmaları olanaklı olabilir. 

Hizmet Ticaretinin Serbestleşmesinin En Önemli Koşulu; Uluslararası kuruluşların, mal ve hizmet üretimi kapsamında iç pazarlara giriş engellerinin ortadan kaldırılmasıyla olanaklı olabilir. Açıkçası iç pazardaki bir kuruluşa neler uygulanıyorsa, uluslararası kuruluşlara da aynı kuralların uygulanması, bizim gibi ülkelerde haksız rekabeti de birlikte getirmektedir. 

Ayrıca, bugünkü eğitim ve kalite anlayışının son derece düşük olması, uluslararası pazarlarda iş bulma şansımızı da giderek azaltacaktır. Odamızın bugüne kadar dile getirmiş olduğu Profesyonel Mühendis, Sertifikalı Mühendis konusunun hayata geçirilmemiş olması, bundan sonraki süreçte kendi ülkemizin birer ara elemanı olmamızı da zorunlu olarak gündeme getirecektir.