29

sayı 137/2016

iyiden iyiye bulanıklaştırmakta; 

kaderci yaklaşım, kamu 

idaresinin sorumluluğunu galebe 

çalmaktadır. Ülkemizin deprem 

tarihi, bunun en somut örneğini 

oluşturmaktadır.

Türkiye topraklarında 1900’lü 

yılların başından günümüze, 

otuza yakın büyük ölçekli deprem 

meydana gelmiş ve resmi 

kayıtlara göre 100 bin civarında 

insan hayatını kaybetmiş, 

ekonomik, sosyal, kültürel hayat 

büyük yara almıştır. Ancak bu 

vahim tablo, kamu idaresini, 

merkezi ve yerel yönetimleri 

harekete geçirici etki yaratmamış, 

toplumsal hafızanın zayıflığı, 

idarenin adeta sığınağı olmuştur.

Şu nokta açık ki, 1999 Marmara 

depreminden gerekli dersleri 

çıkaran bir ülke, Van depreminin 

yıkıcı etkisini hafifletebilirdi. 

Yok sayılan sorunların varlığını 

hatırlatması, sorunun sıradan 

bir tekrarıyla karşı karşıya 

olunmadığı, dahası moral 

çöküntüye yol açtığı, gelecek 

kaygısını katmerleştirdiği 

bilinmektedir. 

Bilinen ancak görmezden 

gelinen sorunlar

Marmara depremi, bilinen ancak 

yok sayılan pek çok sorunla karşı 

karşıya bıraktı ülkemizi. Anadolu 

topraklarının sayısız deprem 

yaşaması, 1999 depremine 

“hazırlıksız yakalanma” iddiasını 

dayanaksız kılan tarihsel bir 

gerçeklik olmasının çok ötesinde, 

siyasi iktidarların nasıl bir vebal 

altında kaldığını gün yüzüne 

çıkardı.

Üniversiteler, bilim çevreleri, 

meslek odaları ve konuya duyarlı 

medya organlarının Marmara 

depreminden yıllar önce ısrarla 

gündeme getirdiği sorunların 

çözümü doğrultusunda adım 

atmayan siyasi iktidarların, 

kaçak yapılaşmadan, sağlıksız 

kentleşmeden, mühendislik 

hizmeti almadan yapı 

üretilmesinden, deprem bilincinin 

güdük kalmasından birinci 

derecede sorumlu olduğunu 

hatırlatmaya gerek bulunmuyor.

Neydi görmezden gelinen 

sorunlar? Ülkemizde yapı stoku 

güvenli ve sağlıklı olmaktan 

uzaktır. Pek çok yapı kaçak 

üretilmiştir, ruhsatsızdır ve 

mühendislik hizmeti almamıştır. 

20 milyon civarında bulunan 

yapı stokunun büyük oranda 

yenilenmesi, güçlendirilmesi 

gerekmektedir. Betondan 

demire; yapı malzemeleri 

nitelikli olmaktan uzaktır. 

Nitelikli tasarım-uygulama 

ve denetim ilişkisinden söz 

etmek mümkün değildir. Yapı 

envanterinin çıkarılmamış 

olmasının doğurduğu olumsuzluk, 

ülkenin deprem haritasının 

bile güncellenmediği gerçeği 

ile birleşmiş, insanımızın 

güvensiz bir yaşama mahkûm 

edildiği ortaya çıkmıştır. Ülke 

nüfusunun büyük kısmını 

barındıran 11 büyük kentin 

ve büyük sanayi tesislerimizin 

yüzde 75’inin deprem tehlikesi 

altında bulunması, dere 

yataklarının imara açılması, 

imar çalışmalarında deprem 

tehlikesinin hiçbir şekilde 

gözetilmediğini ortaya çıkarmıştır. 

Deprem bilincinin oluşturulması, 

toplumsal eğitimin sürecinin 

vazgeçilmesi olması gerekirken, 

bu konuda her hangi bir adım 

atılmamıştır. Deprem anına ve 

sonrasına ilişkin bütünlüklü 

bir planlama yoktur.  Deprem 

ve konuyla ilintili mevzuat ya 

yetersizdir ya da hiç yoktur. 

Denilebilir ki, yapı üretim süreci, 

mevcut yapı stoku, kentleşme 

ve imar politikaları, afet sonrası 

planlama, mevzuat Türkiye’yi 

1999 depremine taşıyan 

tablonun parçalarını oluşturmuş, 

ülkemiz 17 Ağustos 1999’da 

büyük bir yıkımla karşı karşıya 

kalmıştır. 1999 depreminden 

12 sene sonra meydana gelen 

Van depreminde aynı yıkımla yüz 

yüze gelmek ise olumsuzlukların 

varlığını korumaya devam 

ettiğinin birinci dereceden kanıtı 

sayılmalıdır. İşin doğrusu, her 

17 Ağustos’ta, kamuoyuyla aynı 

sorunları paylaşıyor olmanın 

yarattığı kısır döngüyü aşmak, 

sorunları dile getirenlerin değil, 

sorunları ortadan kaldırmaya 

muktedir olanların omuzlarında 

bulunmaktadır.

29

17 ağustos anma etkinlikleri