33
sayı 137/2016
ciddiye alınmamakta, Türkiye’nin
bir deprem ülkesi olduğu gerçeği
unutulmaktadır.
Oysa Meslek Odaları,
toplumsal sorumlulukları
gereği mesleki uygulamaları
denetlemekte, mesleki niteliği
yükseltmek amacıyla çalışmalar
gerçekleştirmekte, üyelerinin
sicilini tutmakta, üyeler
tarafından gerçekleştirilen
mesleki faaliyetleri kayıt altında
bulundurmakta, yapı üretim
sürecinin kanayan yarası olarak
kabul edilen “imzacılığın” önüne
geçmeye, üyelerinin ayıplı,
kusurlu iş yapmasını önlemeye,
sahte mühendisliğin önünü
alınmaya çalışmaktadır.
Siyasi erkin bu kurumları üretim
sürecinin dışına çıkartma niyeti
bilimi reddeden, kadercilikten
beslenen bir anlayıştan
beslenmekte ve açık ki, Meslek
Odalarının kamu yararı taşımayan
projelere, kentsel değerlerin
sermaye gruplarına peşkeş
çekilmesine itiraz etmesi
engellenmek istenmektedir.
Yapı denetiminin kaçınılmazlığı,
mesleki denetimin eksiksiz
uygulanması, mesleki çalışma
esaslarının bilimsel temelde
belirlenmesi ve Meslek
Odalarının işlevsel kılınması
Türkiye’nin bir deprem
ülkesi olduğu gerçeğinden
kaynaklanmaktadır. Bütün
bunların, güvenli ve sağlıklı
yapı üretimini sağlayamayan bir
ülke için ne anlama geldiğini
ise kamuoyunun takdirine
bırakıyoruz.
İstanbul “Büyük trajedi”ye
hazır mı?
Olası bir İstanbul depremine
günbegün yaklaştığımız bilim
çevreleri tarafından dile
getirilmektedir. İstanbul, 17
Ağustos 1999 depreminin
merkez üssüne 110 kilometre
uzaklıkta olmasına rağmen,
depremin yıkıcı etkisini
hissetmiş, 3 binden fazla yapı
ağır hasar görmüş, 50’ye yakın
yapı tamamen yıkılmıştır. Bu
durumda İstanbul merkezli
bir depremin yıkıcı etkisini
tahmin etmek hiç zor değildir.
Bilim çevreleri, iki milyon
İstanbullu’nun evsiz kalacağı,
binlerce insanın hayatını
kaybedeceğini belirtmektedir.
Buradaki kritik soru, İstanbul
kentinin depreme hazır olup
olmadığıdır.
Ne yazık ki buna olumlu yanıt
verilememektedir. İstanbul’un
nüfus yoğunluğu, yapı stokunun
içler acısı hali, mühendislik
hizmeti almadan üretilen
binlerce yapının varlığı, kaçak
yapılaşmanın kentin ayırt edici
özelliği olması, ulaşım yapılarının,
barajların, tarihi eserlerin
depremde vereceği tepkinin
bilinmemesi, okul, hastane,
yurt gibi yapıların mevcut
durumundaki belirsizlikler,
kentsel dönüşüm projeleri
bağlamında üretilen yapıların
güvenli olup olmadığı, su
taşkınlarında bile yetersizliği
açığa çıkan altyapı sorunları,
dere yataklarını bile yerleşime
açan imar uygulamaları, afet
sonrası çalışmaların taşıdığı
soru işaretleri, deprem bilincinin
yeterince yaratılamaması
İstanbul’un tahmin edilenden
öte yıkıcı bir etki altına gireceğini
göstermektedir.
Büyük trajedi, aynı zamanda
İstanbul’un büyük bir insanlık
dramını yaşayacağını ifade
etmektedir ki, ne merkez ne
de yerel yönetimin bu gerçeğin
farkında olmamasının yarattığı
“büyük çaresizlik” varlığını iyiden
iyiye hissettirmektedir.
Sonuç olarak
“Doğanın er ya da geç intikam
alacağını” söyleyerek kendi
sorumluluklarını gölgelemeye
çalışanları, hamaseti kamuoyunu
yanıltmak için silah olarak
kullananları, kentsel alanları
sermaya gruplarına peşkeş
çekenleri, su havzalarını, yeşili
yok edenleri, “İstanbul’un kalbine
hançer gibi gökdelen dikenleri”,
kenti insanın değil, sermayenin
ihtiyacına göre düzenleyenleri,
bilimi ve meslek disiplinlerini
önemsizleştirerek kaderciliği
yönetim biçimi haline getirenleri
tarih, İstanbul dramını yazanlar ve
sahneleyenler olarak anacaktır.
TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şube Yönetim Kurulu
33
17 ağustos anma etkinlikleri