14
sayı 140/2017
BİRİNCİ BÖLÜM
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ Mİ, ANAYASASIZLAŞMA
SÜRECİ Mİ?
Bugün ülkemizde, Anayasal düzen değişimi,
Anayasal bağlamıyla birlikte bir rejim değişikliği
süreci yaşanmaktadır. Son yıllarda oluşturulan
fiili duruma, Anayasal bir çerçeve kazandırılmaya
çalışılmaktadır.
Bildiğimiz üzere ülkemizde çok partili yaşama
geçiş sonrası demokrasi ve parlamenter sistem
kesintili olarak uygulanmıştır. On yıllardan beri her
safhasına tanık olduğumuz üzere, emperyalizme
bağımlılık, soğuk savaş dönemi ve 1980-90’lardan
itibaren dünya kapitalizmi ile bütünleşme süreçleri,
ülkemizdeki siyasal yapılar ve ekonomi politikaları
üzerinde oldukça etkili olmuştur. Diğer yandan,
parlamenter demokrasi ortamından yararlanmakla
birlikte onu benimsemeyen, istismar eden
yaklaşımlar hep egemen olmuştur. Sömürü ve
rant çıkarlarına hizmet eden düzenlemelerle,
din istismarının yoğunlaşmasıyla, yürütme ve
ona bağlı baskı aygıtlarının güçlendirilmesiyle,
yargının partizanca kullanılmasıyla, kamuyu liyakat
ilkesinden uzaklaştıran bir aşınma, yozlaşma
süreci yaşanmıştır. Mafyavari ilişkiler, siyaseti ve
kurumlarını ağ gibi sarmıştır.
Parlamenter-temsili demokrasiyi, erkler/kuvvetler
ayrılığını, yürütme organ ve güçlerini dengeleyecek,
frenleyecek, denetleyecek mekanizmaları devre
dışı bırakma yönelimi genelde hâkim olmuştur.
Şu an yapılmak istenen anayasa değişiklikleri ve
partili cumhurbaşkanlığı, açıkça söylendiği gibi tek
kişilik hükümet sistemine yönelim, söz konusu
yozlaşma ve bunalımın hem bir ürünü, hem de onu
tırmandırıcı bir içerik ve tarzda gündeme gelmiştir.
Bugünkü durum, bu çerçevede, saray iktidarının
kendini anayasal güvenceye alma çabalarıyla
belirlenmektedir.
Fakat söz konusu olan anayasa değişiklikleri, dünya
ve ülkemizdeki anayasal gelenekler ve birikimden
tamamen farklı olarak gündeme gelmiştir. Dünya
ve Türkiye’deki anayasa yapımına dair gelenek
ve birikimlerden açık bir kopuş söz konusudur.
Parlamenter sistemin olmazsa olmazı olan; erkler/
kuvvetler ayrılığı, yasamanın/Meclisin tek ve en üst
yasama organı olması, yargı bağımsızlığı, yürütme
üzerindeki denge, fren, denetleme mekanizmalarının,
ne kadar kaldı ise tamamen devre dışı bırakılacağı
bir Anayasa değişikliği söz konusudur.
Gelinen noktada, ülkemizde yaklaşık 140 yıllık
geçmişi bulunan anayasal gelenekler ile temsili-
parlamenter sistem yönelimlerini reddeden bir
içeriğe ve biçime sahip bir Anayasa değişikliği
yapılmak istenmektedir.
Oysa köklü bir Anayasa değişikliğinin, ancak
toplumsal meşruiyeti bulunan Kurucu bir Meclis
tarafından yapılması gerekir. Ancak bu değişiklik,
iktidarın, iktidarını kalıcılaştırmak ihtiyacını
karşılamak için yapılmaktadır.
Anayasaların temel özelliği olan iktidarların
sınırlandırılması, erkler/kuvvetler ayrılığı, hukukun
üstünlüğü, yurttaşlık hakları ve Anayasal eşitlik,
temel hak ve özgürlükler, toplumsal örgütlenmelerin
bağımsızlıkları, toplumsal ortak çıkarların
korunması, kamu yararının ve kamusal hizmetlerin
öndeliği gibi temel normlar, bugün halkımıza
dayatılan değişiklik teklifinde yoktur.
Dolayısıyla ortada gerçek bir anayasa, anayasal
geleneklere uygun bir sistematiğe sahip bir anayasa
önerisi yoktur. Kişi-parti-devlet birliğini totaliter bir
zorlama ile sağlamaya yönelik açık bir dikta istemi
söz konusudur.
Temsili-parlamenter demokrasinin bütün
biçimlerinin, katı bir şekilde erkler/kuvvetler
ayrılığına dayanan ve parlamenter sistemle bir
şekilde barışık başkanlık, yarı-başkanlık veya
karma örneklerin de dışında bir rejim değişikliği söz
konusudur. Tepeden tırnağa, hem siyasal sistem
hem de onu içeren bir rejim, kısaca temel siyasal
düzen, Anayasal düzen değişikliği söz konusudur.
Yasama, yürütme, yargı mekanizmalarının tek kişide
toplandığı, denetim dışı otoriter-totaliter bir rejime
geçiş söz konusudur.
Bu arada, 1982 Anayasasının 1987’den itibaren,
18 ayrı değişiklikle 113 maddesinin değiştirildiğini,
bu değişikliklerin 53 maddeyi kapsayan 9’unun,
2004 yılından itibaren AKP iktidarı tarafından
yapıldığını; 2007 ve 2010 yıllarında yapılan
değişikliklerin, yasama, yürütme, yargı erkleri
arasındaki ağırlığı, 1982 Anayasasında yapıldığı
gibi yürütmeye doğru kaydırdığını belirtmek isteriz.
Hem bu anayasal zemin hem de fiili güç kullanımı,
iktidara güçlü yürütme yetkisi vermesine rağmen az
gelmiş olmalı ki, şimdi tüm kuvvetlerin ayrılığı yok
edilerek tek kişide toplanması istenmektedir. Şimdi
yapılmak istenen değişiklik, aşağıda objektif olarak
görüleceği üzere, yürütmenin diğer erkler ile bütün
kurumlar üzerindeki tam hâkimiyetini/egemenliğini
sağlama yönündedir.
1982 Anayasası ve onun üzerinde yapılan çok
sayıda değişiklikten bazıları ile birlikte şimdi
yapılmak istenen değişiklikler, Türkiye’nin
Anayasal devlet yaklaşımından uzaklaştığını
ve bir anayasasızlaşma süreci içinde olduğunu
göstermektedir. Zira iktidarı sınırlamayan,
yasama-yargı-yürütme erklerinin ayrılık ve karşılıklı
bağımlılığını tanımayan bir anayasa, belki anayasa
olarak adlandırılabilir ama anayasal devlet olarak
tanımlanamaz, anayasal gelenek ve birikimler
14
referandum