28
sayı 145/2017
Beni takdim için Sayın
Oda Başkanımız ve
Şube Başkanımız
öylesine övücü sözler
söylediler ki ezildim,
heyecanlandım.
Kendi kendime “Bu
düşüncelere hiç
olmazsa bundan
sonraki yaşamımda
layık olma’’ sözü
verdim.
Önce size teşekkür
ediyorum; ortalıkta
“kar fırtınası’’ tahminlerinin dolaştığı bir günde,
böyle kalabalık geldiniz; salonu duldurdunuz.
Söyleyeceklerimi merakla izlemeye hazır bir dinleyici
grubu olarak gözlerimin içine bakıyorsunuz.
Nereden başlayayım? Bir kere en acıklı olanını
zikretmeden geçemem. Bugün 13 Aralık 2016,
Beşiktaş’taki kanlı bomba olayından henüz
bir hafta geçmiş. Bu terörist olayda evlatlarını
kaybetmiş olanların acısına yürekten katılıyorum.
İki evladından birini kırk sene önce kaybetmiş bir
baba olarak bu acının büyüklüğünü anladığımı ifade
ediyorum. Hepimiz, amaç ne olursa olsun, her
türlü terörizmi kınamalı; ona engel olmanın yolunu
aramalı, bu konuda ciddiyetle gayret sarfetmeliyiz.
Bana kalırsa, yalnız terörizmi değil genel olarak
“savaş’’ bütünüyle reddedilmelidir. İnsanlık
tarihi boyunca hedefinde şaşmayan pek az
savaş vardır. Pek çok masum insan ve canlının
yaşamı savaşlar yüzünden dayanılmaz olmuştur.
Hayatının son yıllarına gelmiş bir kişi olarak
“Kurtuluş Savaşları’’nın bile reddedilmesi gereğinin
tartışılmaya açılmasını düşünüyorum. Barış
istemeliyiz, içtenlikle barış istemeliyiz.
Maalesef mazimiz çok kirli sahifelerle dolu. Mesela
“Cumartesi Anneleri’’ni düşünüyorum. Onların dört
yüzünceye yakın defada toplanarak yavrularından
haber sorduklarını, bunun için karda kışta orada
bekleyişlerindeki acıyı hissediyor, kendi adıma
utanıyorum. Sonra “Derin Devletçi’’lerin filistin
askısında beklettikleri devrimci gençler için, en
üst ağızdan, Mehmet Ağar ağzından, “onlar ellerini
silaha dokundurmamış, okur yazar kişilerdi; yazık
ettik.’’ gibilerden açıklamaları okuyup perişanlığımı
hissediyorum.
Bir başka bakış açısından “insanın hikayesi’’ çok
basit, konunun bu tarafını unutmamak lazım: İnsan
doğuyor, karşı cinsle ilişki kurarak çoğalmaya
gayret ediyor ve ölüyor. İnsanların doğum şartları,
birbirine çok yakın. Ayrıntıya takılmazsak, ölüm
şartları da eşite yakın. Bir adım öteye giderek
diyebiliriz ki kişilerin yaşamları da birbirinin aynı
diyebiliriz; bu sebepledir ki birbirimizi anlıyoruz,
seviyoruz. İşkence gören gençleri andım; diğer
taraftan Güney Doğu Anadoluya gittiğinizde, size
Süryani azizlerinden, “Mor’’larından birinin, kendisini
on beş sene zifiri karanlığa kapatıp zincirlediğinin
öyküsünün nasıl saygı dolu anlatıldığını
dinliyorsunuz.
Her birimiz kendisini içimizden biri olarak hissettiği
oranda mutlu oluyor, teselli buluyor. Benim de
bugün hissettiğim en kuvvetli duygu “İçinizden biri
olmak’’ duygusu. Bence bu duyguyu en iyi Aşık
Veysel ifade ediyor: Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
gündüz gece
gündüz gece
gündüz gece... Hey
Bu büyük maceradaki “mutluluğu’’, bir başka büyük
şair Nazım Hikmet şöyle ifade ediyor:
BUGÜN PAZAR
Bugün pazar
Bugün beni ilk defa
Güneşe çıkardılar
Ve ben
ömrümde ilk defa
gökyüzünün benden bu kadar uzak
bu kadar sonsuz
Ve mavi
olduğuna şaşarak
dayadım sırtımı beyaz duvara
kımıldanmadan durdum
sonra saygı ile
kara toprağa oturdum.
Şu anda ne düşmek dalgalara
ne kavga ne hürriyet
İZZETTİN SİLİER’İN İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI’NCA YAYINLANAN
“ELEĞİMİN ÜSTÜNDE KALANLAR’’ İSİMLİ ANI KİTABI İÇİN İSTANBUL ŞUBEMİZDE
13 ARALIK 2016’DA DÜZENLENEN “İMZA GÜNÜ’’ TOPLANTISINDAKİ KONUŞMASI
28
imza günü