24

sayı 146/2018

kat elbise, iki senede bir palto, 

her sene bir ayakkabı, yani iç 

çamaşırı hariç her şey olurdu. 

Kırtasiye düşünmezsiniz, kağıdı, 

kalemi, etüt kağıdı, defteri hepsi 

verilirdi. Çok rahattı, başka 

bir rahatlığı da; Gümüşsuyu 

yatakhaneden çıkarsınız, alt kata 

inersiniz, kahvaltı hazırdır. İsteyen 

istediği saatte gider, kahvaltıyı 

yapardı. Oradan bir geçit, -hâlâ 

var o geçit ve altından yol geçiyor- 

o geçitten geçersiniz, palto falan 

giymek yok, öğretim yapılan 

bloğa geçersiniz. Öğretim yapılan 

blokta ders sınıflarının yanında 

her sınıfın bir etüdü vardı. Etüt 

derdik biz ona, çalışılan yer. 

Her öğrencinin bir masası vardı, 

kilitli bir gözü, kitabını, defterini 

oraya koyar ve istediği zaman 

girer çalışır. Sabah kahvaltı eder, 

gider çalışır veya kahvaltıdan 

sonra yatar, doğru derse gelir, 

istediğimiz gibiydi. Öyle bir 

mecburiyet yoktu. Sonra gene 

ders aralarında boşalınca etüde 

gidersiniz, orada oturur sohbet 

de edersiniz, oyun da oynarsınız, 

her şey olurdu. Akşam sınırlama 

yoktu. Gece yarısına kadar oturup 

çalışırdınız, elektrik yanar, içerisi 

ısınırdı. 

Başlangıçta zordu, hele de bizden 

evvelkilerde yasakmış sokağa 

çıkmak, çok sıkı bir disiplin 

varmış, ama bizim zamanımızda 

onu kaldırdılar. Biz saat 17.00’da 

çıkardık dersten, istediğin yere 

git. 19.00’da yemeğe yetişirdik. 

19.00’da gelmezseniz kapı 

kapalıdır, yemeğe almazlar, 

ama oradan Beyoğlu çok yakın, 

hemen git, sinema veya tiyatro 

sonra dönerdik. Zaten postane 

işlerimiz Beyoğlu Postanesi 

o da Galatasaray’da idi. Yani 

böyle rahat bir şey, sonra 

proje yetiştirileceği zaman 

çok çalışmak gerekir. Üç gün 

sonraya veya ertesi güne proje 

yetiştirileceğinde gece yarısına 

kadar çalışılır, hatta gece 

yarısını geçebilirdi.  Karnı acıkan 

olursa gönüllü birisi seçilir, ona 

ısmarlanır, gider Beyoğlu’ndan 

yiyecek alır. Orman Birahanesi 

vardı, oradan Rus salatası -o 

zaman adı Rus salatası, sonra 

Amerikan oldu- bir şeyler gelir, 

onlar yenilir, gene çalışmaya 

devam edilir ve sonra uykusu 

gelen yatağa gider. Dediğim 

gibi çok rahat bir çalışma 

ortamıydı, çok memnunduk 

biz öğrencilikten. Sonra başka 

bir şey daha var şimdilerde 

olmayan; sınıf  arkadaşlarım 

dediğim zaman elektrikçi, 

makineci, mimar hepsi benim 

sınıf arkadaşlarım. İlk üç sene 

beraber okuduk. Ondan sonraki 

üç sene meslek derslerinde 

ayrıldık, ama dediğim gibi hepsi 

bizim sınıf arkadaşımızdı. 

Bazen şubesini unutursunuz, o 

makinede mi acaba, bizler inşaat 

mıydı, çünkü daha ayrılmamış, 

ondan sonra ayrıldıydı ve böyle 

bir ortamda gayet rahat bir 

çalışmaydı. İlk seneler matematik 

ağırlıklıydı. Hocalarımız gayet iyi 

hocalardı. Mesela, Kerim ERİM 

Hoca benim üzerimde çok etkisi 

olan bir hocaydı. Bir anlamda 

matematikçi, bir anlamda filozof 

bir hocaydı. 

HNÇ-- Hocam okuduğunuz yıllar 

1940- 1946 dönemi 2. Dünya 

Savaşı yılları. Gümüşsuyu’nda 

mühendislik mektebinde 100 

inşaat, mimar, makine, elektrik 

mühendisliği öğrencisi parasız 

yatılı okuyorsunuz, koşullarınız 

nasıldı parasız yatılılık için ne 

isteniyordu?

İA- Savaş şartlarına rağmen 

koşullarımız iyiydi. Devletin, 

ülkenin mühendislere ihtiyacı 

vardı, parasız yatılı okuyanlara 

8 yıl mecburi devlet hizmeti 

vardı. Gösterilen yerde çalışmak 

zorundaydınız. 

HNÇ- Güzel ve disiplin var, ama 

2. Dünya Savaşı yoklukları da 

var…

İA- Tabii ertesi senelerde yemek 

kalitesi bozulmaya başladı harp 

dolayısıyla, ekmek karneye 

bindi. Bas bas bağırıyorlar, yok 

efendim, bunlar ekmeği bile 

karneyle verdiler diye, ama ben 

de diyorum ki verdiler, çünkü 

Avrupa açtı o zaman, bize ekmek 

verdiler.

HNÇ- Dünya savaşta kırılıyor.

İA- Karneyle verdiler, ama verdiler. 

Çünkü ikinci defa askerliğe 

çağırdılar birçok kimseyi, 2.5 

sene askerlik yaptılar, bize 

günde eğer 100 gr ekmek, 150 

gr ekmek verdiyse iyi ki verdi, 

ama böyle bir sıkıntıya girdik. 

Başka bir sıkıntı da ısınmadaydı. 

Kömür yok, kaloriferler yanmaz 

-onu yazdım da bir yerlerde- 2. 

sınıfta, yani 1942’de, Almanların 

Rusya’ya taarruz ettiği harbin en 

civcivli zamanında biz bir kamp 

yaptık Pendik’te, çadırlı kamp. 

Bir binbaşı vardı Asım EREN, 

adı Romel’di. Ciddi otoriter bir 

binbaşı, yüzbaşılar da vardı. 

Yağmur yağmış bir gün, ağaç 

altına girmişler falan, yüzbaşı 

24

söyleşi