25

sayı 148/2018

Derin ORHON (Nature Dergisi, 25/09/2014)

“Bilim insanları Kanal İstanbul’un detaylı bir çevresel etki değerlendirmesi olmaksızın ilerlememesi için uğraş 

vermeliler”
Yüzyıllar boyunca İstanbul’daki Türk hükümdarları, Doğu ile Batıyı ayıran dar İstanbul Boğazı’nın stratejik önemini 

fark etmişler, ve Kuzey-Güney hattını daha etkili ve kullanışlı bağlayan yeni bir su yolu inşası için fikir yürütmüşlerdir. 

Bu çılgın projelerin sonuncusu ise bizzat (daha önce başbakan olan) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın fikri 

olarak gündeme gelen Kanal İstanbul’dur.
Recep Tayyip ERDOĞAN, İstanbul’un Batısına Süveyş Kanalı  benzeri bir kanal inşa edilmesini istemektedir. 

Yaklaşık 400 m genişliğinde ve 25 m derinliğinde olması öngörülen bu yapay su yolu, 50 km kadar uzunluğuyla 

Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştirecektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı olan 2023’te bu kanalın açıldığını görmek isteyen Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 

cumhurbaşkanlığına seçilmesi, ve daha önce sembolik bir rolü olan bu makamın icracı bir makama dönüşmesi, 

kanal fikrine politik bir ivme kazandırmaktadır.
Ancak projenin detayları henüz muğlaktır. Özellikle 2006’da yapılan İstanbul metropoliten planında yer verilmediği 

için, bu kanalın yasal altyapısı bulunmamaktadır. Recep Tayyip ERDOĞAN hükümetinin 2013 yılında planlamayla 

ilgili yasaları değiştirerek, belirli büyük projelerin kanunen zorunlu çevre etki değerlendirmesinden muaf tutulmasını 

sağlaması rastlantı değildir.
Tüm dünyadan bilim insanları Türkiye ve Recep Tayyip ERDOĞAN üzerinde baskı kurarak, planlanan Kanal İstanbul 

için bu değerlendirme çalışmasının yapılması ve sonuçlarının kamuya açıklanmasını sağlamalıdırlar. Proje 

ilerlemeden önce çevresel açıdan sürdürülebilir olduğunu kanıtlamalıdır.
Projeyi çevreleyen deniz alanları zaten büyük bir kirlilik tehdidi altındadır. Yakın tarihlere kadar Marmara Denizi’nin 

sahilleri sakin koylar, kumsallar, küçük balıkçı köyleri ve yazlık siteler ile doluydu. Tüm gençliğimi 1950’ler ve 

60’larda İstanbul’un o muhteşem doğal güzellikleri arasında geçirdiğim için kendimi şanslı addederim. Hâlâ kıyı 

boyunca uzanan o büyüleyici kumsalları keyifle hatırlarım.
Şimdi bunların tamamı tarih oldu. Son birkaç on yılda İstanbul’un hızlı nüfus artışı ve şehirleşmesi, tüm kıyıları 

meskun bölgeler, sanayi bölgeleri ve tersaneler ile doldurdu. Artık bu su kütlesi İstanbul ve başka kaynaklardan 

kıyılara boşalan birçok atıksu deşarjı yüzünden tehlikeli derece kirlendi.
Ayrıca Marmara Denizi’nin çok müstesna bir fiziksel özelliği de kaybolmanın eşiğinde olabilir. Hem Marmara Denizi 

hem de İstanbul Boğazı, çok net ve kararlı bir iki tabakalı akım yapısına sahiptir. Alt tabaka suyu Marmara’dan 

Karadeniz’e taşırken, üst tabaka daha az yoğun suyu ters yönde iletmektedir.
İstanbul, mega şehirler içinde atıksularınının çoğunu arıtmadan çevreye vermesi itibarıyla ender 

şehirlerdendir.1970’lerde zamanının kısıtlı verileri ile bir dizi master plan çalışması yapılmış ve bu çalışmalar 

sonucunda; İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi’nin alt tabakasına yapılacak deşarjların belirgin biçimde 

karışmaksızın ve üst tabakayı çok fazla etkilemeksizin Karadeniz’e taşınacağı, bu şekilde Marmara’nın su 

kalitesine zararlı etkide bulunmayacağı yargısına varılmıştır.
Her gün İstanbul’un arıtılmamış atık suyunun üçte ikisi, 1100 ton organik madde, 130 ton azot, 20 ton fosfor ve 

birçok başka zararlı ve kimyasal madde içerdiği haliyle, Marmara ve Boğaz’a dökülmektedir.
1970’lerdeki verilerin aksine, günümüzde bu atık suların önemli bir bölümü Karadeniz’e taşınmamaktadır. İstanbul 

Boğazı’nda, özellikle Marmara Denizi ile birleştiği yerde iki tabaka arasında belirgin miktarda karışım oluşmaktadır. 

Bilimsel açıdan deşarj yapılması için en uygunsuz bölge kuşkusuz Boğaz ve Marmara arasındaki karışım bölgesi 

olacaktır. Ancak İstanbul’un atıksu yükünün neredeyse %40’ını oluşturan iki ana arıtılmamış deşarj hattı Kadıköy ve 

Yenikapı’dan doğrudan bu bölgeye boşalmaktadır.
Toplamda İstanbul’un atığının %40’ı bir U-dönüşü yaparak, bir zamanların alımlı denizinin kapı eşiğinden 

dökülmektedir. Kanal İstanbul bu durumu daha da kötü hale getirebilir. İlk olarak, Karadeniz sularının Marmara 

suları ile karışmasını sağlayacak bir kapı açarak, kirlenmiş suların Güneye yönelmesine yeni bir yol olacaktır. 

Karadeniz halihazırda Marmara Denizi için dikkate değer bir kirlilik kaynağıdır. Ölçüm çalışmaları günde 30 ton azot 

ve 9 ton fosforun Boğazın üst tabaka akımıyla Marmara’ya taşındığını göstermektedir.
İkinci olarak, yapılacak kanal yeni yerleşim alanlarına neden olacağı için İstanbul içinde ve civarında ortaya çıkan atıksu 

miktarında bir artış meydana gelecektir. Şu andaki durumda, bu atığın büyük bir kısmı Marmara’da sonlanacaktır.
Recep Tayyip ERDOĞAN bizzat bu kanal fikrini “çılgın” ve “muhteşem” olarak nitelendirmiştir. Bütün tanker trafiğinin 

bu yeni kanala yönlendirilerek, İstanbul Boğazı’nın şehrin keyfini süreceği ve üzerinde su sporları yapılacak adeta 

bir nehre dönüşmesinden bahsedilmektedir.
Muhteşem mi? Tabii ki bekleyip görmeyi göze alamayız. Çılgın mı? Dikkatli bilimsel çalışmalar, önerilen böylesi bir 

planın “çılgın” kalmasına izin vermez.

KANAL İSTANBUL’UN ÇEVRESEL ÇALIŞMALARA İHTİYACI VAR

25

makale