38
sayı 148/2018
Değerli Meslektaşlarım,
Türkiye dikensiz bir gül bahçesi değildir. Hele, köpeksiz köyde değneksiz gezmek isteyenler için uygun bir ülke hiç
değildir. Çünkü Türkiye’nin ilerici, devrimci, bağımsızlıkçı, kamucu, laiklikten ve aydınlanmadan yana tavır koyan,
en karanlık dönemlerden alının akıyla çıkmasını bilen, her daim direnişi ve mücadeleyi seçen bir geleneği vardır
ki, TMMOB bu geleneğin nadide parçalarından biridir.
2011’den başlayarak mevzuatımızda gerçekleştirilen değişikliklere karşı gösterilen direnç, meslektaşlar
arasındaki dayanışma, üyelerin odasına sahip çıkması bir yandan siyasi iktidarın hevesini kursağında bırakmış
diğer yandan da meslek odalarının toplumsal meşruiyetinin ne kadar güçlü olduğunu da açığa çıkartmıştır.
Söylemek gerekir ki hamuru insan sevgisi ve yurtseverlikle yoğrulmuş, asli amacı yaşamın nitelikli kılınması olan
bir meslek örgütünü ne itibarsızlaştırmak mümkündür ne de etkisizleştirmek.
Değerli TMMOB Delegeleri,
15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşananlar ülkemizi derin bir demokrasi kriziyle karşı karşıya bıraktı.
15 Temmuz bahanesiyle, ülkede demokratik sistem askıya alındı, demokratik haklar budandı ve ancak darbe
dönemlerinde görülebilecek uygulamalar yaygınlaştı, hatta kalıcı hale getirildi.Yasama yetkisi fiilen ortadan
kaldırıldı, ülke Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetildi. Olağanüstü Hal uygulaması süreklileştirildi. OHAL
bütün muhalif kesimleri sindirme, susturma aracı olarak kullanıldı, kullanılmaya da devam ediyor.
Barışçı, demokratik gösteriler bile şiddetle bastırılmaya başladı. İnsanlar tıpkı darbe dönemlerinde olduğu gibi
hukuki dayanağı olmadan, sıradan gerekçelerle tutuklandı. Gözaltı süresinin bir ay olması, uzun süren tutukluluk
hali başlı başına cezalandırmaya dönüştü. 15 Temmuz darbecileriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan binlerce
kamu çalışanı işten atıldı. TMMOB ve KESK üyelerinin, akademisyenlerin olduğu binlerce insan işsiz bırakıldı.
2010 Anayasa referandumundan 2016 Anayasa referandumuna kadar, 15 Temmuz darbe girişiminden Suriye iç
savaşına doğrudan müdahaleye uzanan süreçte ne yazık ki Türkiye her gün biraz daha yaşanılır bir ülke olmaktan
uzaklaşıyor. Buna elbette rıza göstermeyeceğiz, elbette bunu kabullenmeyeceğiz. Bu sokaklar, bu alanlar, bu
kentler, bu memleket bizim demeye devam edeceğiz.
Değerli Meslektaşlarım, Değerli Katılımcılar,
Artık ekonomik kriz örtbas edilemiyor. Türk lirası tarihte görülmedik oranda değer kaybediyor. İnşaat sektöründeki
kilitlenme, zincirleme olarak finans sektörünü de etkiliyor. Bırakalım diğer meslekleri mühendisler arasında
işsizlik hızla artıyor.İşsizlik demoklesin kılıcı gibi tepemizde sallandıkça, bu bizlere düşük ücretler, sağlıksız
çalışma koşulları olarak geri dönüyor. İnşaat sektöründeki kriz iş güvenliği tedbirlerinin ihmal edilmesiyle
sonuçlanıyor.
Maliyet artıcı unsur olarak görülen iş güvenliği yatırımları kriz içindeki işverenler tarafından tamamen devre
dışı bırakılıyor. Son dönemlerde iş kazalarındaki artışın tesadüf olmadığını vurgulamak gerekiyor. Başbakan
konut satışlarını teşvik için kampanya açacaklarını söylüyor. Ekonomideki her türlü olumsuzluk dış güçlerin
oyunu olarak değerlendiriliyor ve sorumluluk üstlenilmiyor. Betona teslim edilen kentler, yağmura teslim oluyor.
Kentlerin her metrekaresinden rant elde edilmeye çalışılıyor. İşin ilginç yanı AKP Genel Başkanı kentlerin
betonlaşmasından yakınıyor.
Siyasi iktidar sahipleri 20 yılı aşkın zamandır yerel yönetimlerde, 16 yıldır merkezi yönetimde değilmiş gibi
vaatlerde bulunuyor, mevcut durumu eleştiriyor. Diğer vaatlerini bir kenara bırakalım. Mevcut iktidar, 25 Haziran
sabahı özgürlük vaat ediyor. Bırakalım temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasını, şu tek bir örnek bile
nasıl bir ülkede yaşadığımızı gösteriyor. Cumhurbaşkanı adaylarından Sn. Muharrem İNCE, Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi’ni ziyaret ederek üniversitelerin bölünme kararına tepki gösteriyor. Sn. İNCE fakülteden ayrılır ayrılmaz
fakülte dekanı zorla istifa ettiriliyor. Neden? Çünkü daha önce YÖK tarafından gönderilen İNCE’yi fakülteye alma
talimatına uymuyor.
Karşı karşıya bırakıldığımız ülke bu işte. Özellikle genç mühendislerin karşı karşıya kaldığı emek sömürüsünü bir
nebze olsa da hafifletmek amacıyla başlatılan Asgari Ücret uygulamasını inşaat işverenlerinden gelen taleple
durduran bir iktidar bu. Ekonomiyi, uluslararası ilişkileri, toplumsal barışı, eğitimi, temel hak ve özgürlükleri,
yargı bağımsızlığını, çalışma yaşamını dumura uğratan bu zihniyete artık tamam deme vakti gelmiştir. Bu vakit
24 Haziran’dır. Bizler de Birliğimizin çağrısına uyarak hem vatandaşlık görevimizi yerine getirmek üzere sandığa
gideceğiz hem de sandıkları koruyacağız. Aydın olmanın gereği budur.
Değerli Meslektaşlarım, Değerli Konuklar,
Konuşmama burada son veriyorum.
Yeni seçilecek Birlik Yönetim Kurulu’na ve organlarda görev alacak arkadaşlarıma başarılar diliyorum.
Beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
38
genel kurul