21
sayı 149/2018
yapı denetim sürecine dahil olmadan üretilen
yapılara af getirilerek, İstanbul yapı stokunun
depremde vereceği tepkiyle ilgili kaygılar ne yazık ki
pekiştirilmiştir.
Oysa ki bu sorunun yanıtı Temmuz ayı içerisinde
Sütlüce de bir inşaatın temel kazısı sırasında
yandaki parselde bulunan binanın devrilmesi,
Ümraniye’de ve Sancaktepe’de istinat duvarının
yıkılmasıyla açığa çıkmıştır.
Deprem görmeden, binalar yıkılıyor, istinat duvarları
dağılıyor, yollar göçüyorsa, İstanbul’un yanıtı ve
talebi açıktır: İstanbul yardım istemekte, ancak
siyasi iktidar, bu talebi görmezden gelmekte ve
hatta yüzbinlerce kaçak, ruhsatsız, güvenlikten uzak
binanın affedilmesini tercih etmektedir.
Deprem Gerçeği ve Yapı Stoku
Öncelikle ülke panoramasına bakmak gerekiyor.
Konuya yaklaşım ve çözüm önerileri farklılık arz
etse de, değişmez gerçeklik Türkiye’nin bir deprem
ülkesi olduğudur.
1900’lü yılların başından bu yana bulunduğumuz
coğrafyada, otuzu büyük ölçekli olmak üzere
100’den fazla yıkıcı deprem meydana gelmiş, 100
bini aşkın insan hayatını kaybetmiş, ekonomi,
toplumsal, kültürel ve tarihsel açıdan büyük tahribat
oluşmuştur.
Ülke topraklarının yüzde 92’sinin deprem kuşağında
yer aldığı, nüfusun yüzde 95’inin bu bölgelerde
yaşadığı, 11 metropol kentimizin ve sanayi
tesislerimizin yüzde 75’inin deprem tehlikesi altında
bulunduğu gerçek hanesindeki notlardan sadece
bazılarıdır.
Türkiye’de 20 milyon yapı bulunmaktadır. 20
milyon yapının yarısı güvenli olmaktan uzaktır,
ruhsatsız ve kaçak inşa edilmiştir. Bir başka ifade
ile mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir. Bu
yapıları kullanan, buralarda yaşayan insanlar can
güvenliği tehlikesi altındadır. İstanbul’da bulunan
yaklaşık 2 milyon binanın yarısı aynı şekilde tehlike
arz etmektedir.
Yapı stokunun mevcut durumu bizlerin yorumu değil,
bizzat Hükümet yetkililerinin kamuoyuyla paylaştığı
bir bilgidir. Örneğin bir önceki dönem Çevre ve
Şehircilik Bakanı Sn. Mehmet ÖZHASEKİ, 2017
Temmuz ayında düzenlediği bir toplantıda bu verileri
açıklamış ve yapı stokunun iyileştirilmesi için 15
yıla ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir. 1999 depremi
baz alınırsa, anlaşılan o ki Türkiye’nin ancak 30-35
yılda ancak yapı stokunu güvenli hale getireceği
tahmin edilmektedir. Buradaki kritik konu, bu zaman
zarfında meydana gelecek bir depremin insani ve
iktisadi açıdan sonuçlarının ne olacağıdır?
Aynı şekilde İSMEP (İstanbul Sismik Riskin
Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi), kamu
kurumlarına ait okul, hastane, yurt, kreş gibi
binaların 2021 yılına kadar elden geçirileceği, riskli
alan ve yapıların ise kentsel dönüşüm projeleri
bağlamında 20 yıllık bir süre içinde yıkılıp yeniden
yapılacağını kamuoyuna açıklamıştır.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, başta İstanbul
olmak üzere ülke nüfusunun büyük bölümü ciddi
risk altında bulunmaktadır.
Farklı kurumların olası İstanbul depremiyle ilgili
senaryolar ürettiği bilinmektedir. En iyimser
senaryoda bile on birlerce insanın hayatını
kaybedeceği; binlerce binanın ağır ve çok ağır hasar
göreceği, yüzbinlerce ailenin barınma sorunun
baş göstereceği, su, elektrik, gaz altyapısında
ciddi boyutlarda hasar meydana geleceği, enkaza
ulaşma, enkaz kaldırma, yaralıları hastaneye
ulaştırmada ciddi sorunlar yaşanacağı, ekonomik
kaybın ise 100 milyarı bulacağı tahmin edilmektedir.
Öte yandan, deprem sonrası afet çalışmaları
başlı başına sorunlu bir konu olarak karşımızda
durmaktadır. Afet Toplanma Alanları ve ulaşım
güzergâhlarıyla ilgili geçen senelerde kamuoyuyla
paylaştığımız sorunlar hala varlığını korumaktadır.
Merkezi ve yerel yöneticilerden deprem
toplanma alanları ile ilgili açıklamalar doğruları
yansıtmamaktadır. Çünkü boş alanların, okul
bahçelerinin, parklar ve benzerlerinin toplanma
alanı statüsünde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Toplanma alanı, altyapısı hazırlanmış,
21
17 ağustos anma etkinlikleri