33

sayı 149/2018

Kazanın neden meydana geldiğiyle ilgili pek çok 

değerlendirme, teknik analiz yapıldı. Ayrıntılara 

girmeyeceğim ama şu noktayı da vurgulamadan 

geçemeyeceğim:

2004 yılında Pamukova’da meydana gelen ve 

41 canımızı aramızdan alan hızlandırılmış tren 

kazasından gerekli dersler çıkarılsaydı, Çorlu 

kazasını yaşamazdık. Bu nokta hiçbir tartışmaya 

gerek bırakmayacak kadar açık ve nettir.

Kaldı ki demiryollarımızda altyapı eksikliği, 

sinyalizasyon sorunları, hemzeminlerdeki sıkıntılar, 

niteliksiz çalışanlardan kaynaklı hatalar nedeniyle 

gündeme bile alınmayan pek çok ölümlü kaza 

yaşanıyor. 

Sizlere sormak istiyorum: Daha eski tarihlere gitmeye gerek yok. 1999 Marmara depreminden gerekli 

dersler çıkarılsaydı, Van depremi bu oranda yıkıma yol açar mıydı? 

Bu durumu olumsuz anlamda “kelebek etkisi” olarak tanımlayabiliriz.

Değerli Meslektaşlarım,

Türkiye bir deprem ülkesidir. Ve siz Türkiye’de, bırakalım deprem önlemlerini almayı, İmar Barışı adı altında 

başlattığınız uygulama ile mühendislik hizmeti almadan üretilen kaçak, sağlıksız ve güvenli olmaktan uzak 

yapılara af ilan ederseniz, telafi edilmesinin mümkün olmadığı büyük katliamlara davetiye çıkartırsınız.

İnşaat Mühendisleri Odası 1962’de yapı güvenliği için geliştirdiği “yapı polisi” önerisini geliştirmiş ve 

kamuoyuyla paylaşmıştı.

Yine Odamız 1999 depremlerinden sonra yapı denetim sistemi üzerinde titizlikle çalışarak uygulanabilir 

gerçekçi önerilerde bulunmuştu.

Bu zaman zarfında Bu doğrultuda pek çok bilimsel-mesleki etkinlik gerçekleştirildiği bilinmektedir. 

Siz altyapı sorunlarını görmezden gelerek demiryolu ulaşımında yüzeysel yatırımlara kalkışırsanız, altyapı 

işlerini ihale ettiğiniz taşeron firma, maliyetten kısmak için yol bekçiliği müessesini kaldırmasına, yaya 

olarak ray denetimi yapan bekçileri işten çıkarılmasına göz yumarsanız Çorlu katliamının birinci dereceden 

sorumlusu sizsiniz demektir.

Hepinizin bildiği gibi bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Değerli Konuklar,

Kamuoyuna İmar Barışı olarak yansıyan, aslında imar affı olan girişim ve beraberinde Yapı Ruhsatı 

standardında yapılan değişiklik, sağlıklı ve güvenli yapılaşmaya darbe, kentlerin kalbine hançerdir.

Bilindiği gibi, 2 Mayıs 2018 tarihinde Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yeni Yapı Ruhsatı Formu 

Standardı yürürlüğe girdi. Ardından ise Mekânsal Adres Kayıt Sistemi Yapı Belgeleri Uygulamasında ruhsat 

formu değişikliklerinin işlenmesiyle; yapı sahibinin, yapı müteahhidinin, şantiye şefinin, yapı denetçilerinin 

ve proje müelliflerin ıslak imzalarının yer aldığı haneler kaldırıldı.

Bu değişikliğin uygulamaya nasıl yansıyacağı, ne gibi sonuçlar doğuracağı sır değildir.

Ne yazık ki ülkemizde yapı üretim süreci kurumsal bir işleyişe kavuşturulamamış, yapı üretim mevzuatında 

gerçekleştirilen sayısız değişiklik, dönem dönem ilan edilen imar afları sağlıksız ve güvenlikten yoksun 

yapılaşmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bu değişikliğe neden ihtiyaç duyulduğunu anlamak mümkün değildir. Mühendisleri, mimarları üretim 

sürecinin formalitesi gibi gören, meslek disiplinlerini itibarsızlaştırılmayı hedefleyen girişime kim neden 

ihtiyaç duyar? 

“Sahte mühendis” ya da “sahte imza” gibi olumsuzluğun devlet eliyle yaygınlaştırılmasından başka sonuç 

doğurmayacak bir adımı kim neden atmak ister? Mühendislerin kendi üretimlerine imza atmayacak olması, 

33

şubemizden