2

sayı 150/2018

İTİBAR, İNSAN HAYATINDAN DEĞERLİ OLABİLİR Mİ?

D

D

 

  eğerli Meslektaşlarımız,

İstanbul’da son birkaç aydır yaşadıklarımız 

herkesin malumudur. Sütlüce’de, Ümraniye’de, 

Sancaktepe’de binalar çökmüş, istinat duvarları 

yıkılmış ve son olarak da Ümraniye Parseller 

Mahallesi’ndeki metro kazısı nedeniyle komşu 

binalarda çatlaklar meydana gelmiştir.

Bu tablo ister istemez İstanbul’un yapı stokunun 

durumunu yeniden gündeme getirmiş, yapıların 

depreme maruz kalmadan yıkılması deprem-

yapı ilişkisine dair tartışmaları bir başka boyuta 

taşımıştır. Şubemiz çöken binaları, yıkılan istinat 

duvarlarını yerinde incelemiş, konuyla ilgili basın 

açıklamaları yapmış, ön değerlendirme raporu 

hazırlayarak kamuoyuyla paylaşmıştır. Elbette 

yaşanan olumsuzluk sadece Şubemizin ilgi alanına 

girmemiş, valilik, kaymakamlıklar ya da belediyeler 

konuyla ilgili kamuoyunu bilgilendirmiştir. 

Açıkçası durum tespitinde bulunmak ne yazık ki 

sorunu çözmek için yeterli olmamaktadır. Ve yine 

açıkçası, İstanbul’un karşı karşıya bulunduğu 

tehlike lokal ya da parsel bazlı sorunları çözmekle 

hafifletilebilme sınırlarını çoktan geçmiştir.

Çünkü İstanbul’u yadsınamaz, göz ardı edilemez bir 

tehlike beklemektedir: Deprem! 

İstanbul sadece nice medeniyete ev sahipliği 

yapmış coğrafik bölge değil, değişik zamanlarda 

büyük ve yıkıcı depremlerle karşı karşıya kalmış 

kadim bir kenttir. Örneğin “küçük kıyamet” olarak 

anılan 1509 İstanbul depreminde adeta taş üstüne 

taş kalmamış, binden fazla yapı yıkılmış, 160 bin 

nüfuslu kente 13 bin insan hayatını kaybetmiş, on 

binlercesi yaralanmıştır. İstanbul hiçbir depremde 

ne yazık ki iyi sınav vermemiştir. 1718, 1766, 

1894 ve diğerleri yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. 

1999 Marmara depremi Gölcük merkezli olmasına 

rağmen İstanbul’da da yıkıcı izler bırakmıştır. 

Bizleri kaygılandıran öngörü ise olası İstanbul 

depremiyle ilgili yapılan değerlendirmedir. 

1509 depremini “küçük kıyamet” olarak 

isimlendirilmesine atıfta bulunularak olası 

İstanbul depreminin “büyük trajedi” olacağı ifade 

edilmektedir.

Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu ve İstanbul’un 

da bu tehlikeyi çok sıcak hissettiği noktasında 

bilim çevreleri, akademisyenler, meslek mensupları 

hemfikirdir. Sorun, kamu yönetiminin bu gerçeğin 

farkında olup olmadığıdır ki, ne yazık ki İstanbul’a 

dönük yatırımlara bakıldığında vahametin farkında 

olunmadığı anlaşılmaktadır.

İstanbul yapı stokunun olası depremde iyi sınav 

vermeyeceğine dair iddianın izini Sütlüce’de, 

Ümraniye’de, Bağcılar’da sürmek mümkündür. 

Kent geneline dair veriler ise nüfusun büyük 

kısmının can güvenliği tehdidi altında bulunduğunu 

göstermektedir.

Ulusal seferberlik ilan edilmesini gerektirecek 

derecede deprem gerçeği ile karşı karşıya bulunan 

İstanbul’da yapı stokunu güçlendirecek, depremin 

yıkıcı etkisini azaltacak önlemler almak yerine 

“fantastik” projelere yönelmek, tercihi insandan 

değil “betondan” yana kullanmak geleceğe dönük 

kaygıları artırmaktadır. 

Bırakalım merkezi ve yerel yönetimlerin temel görev 

ve sorumluluklarını yerine getirip getirmediğini, 

deprem toplanma alanlarını bile yapılaşmaya 

açacak derecede rant yaratmaya odaklanmış bir 

anlayışla karşı karşıya bulunuyoruz. Örneğin Kanal 

İstanbul Projesini gündeme almanın, can güvenliği 

tehdidi altında bulunan İstanbullulara, en kabul 

edilebilir ifade ile saygısızlık olacağından kuşku 

yoktur. 

Şu nokta açık ve nettir: 20 milyon İstanbullunun 

yaşam kaygısı yok sayılmaktadır.

Kanal İstanbul, 3. Havalimanı, 3. Boğaz Köprüsü 

için bütçe sınırlarını zorlayarak ve hatta itibar 

vesilesi ilan ederek “Küçük kıyamet”ten, “büyük 

trajedi”ye doğru hızla yol alıyoruz.

Sorumuz ve aslında temel sorunumuz şu:

İtibar, insan hayatından değerli olabilir mi? 

Bültenimizin yeni sayılarında buluşmak üzere…

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası

İstanbul Şube Yönetim Kurulu

İTİBAR, İNSAN HAYATINDAN DEĞERLİ OLABİLİR Mİ?

2

başyazı