Başyazı |
|
DEPREMİ UNUTMAYALIM, UNUTTURMAYALIM DEMİŞTİK ...!
|
17
Ağustos Körfez Depreminin üzerinden iki yıl geçti ve ardından yaşadığımız
12 Kasım Depreminin de bu süreyi doldurmasına çok az kaldı.
Depremlerde yaşadığımız önemli kayıplar, her zaman olduğu gibi
hafızalardan yavaş yavaş silinmeye başladı. Önce depremde
yitirdiklerimiz, sonra da hiç deprem olmayacakmış gibi yapılması
gerekenler unutuldu. Yaşadığımız ekonomik kriz de, 17 Ağustos’u tarihe düşülen önemli bir not olarak bıraktı. Sorunların ne kadarını çözebildik? Depremi yaşayan bölgelerdeki yurttaşlarımızın yaralarını ne kadar iyileştirebildik? Yaşayacağımız depremlere karşı ne kadar hazırlıklıyız? 17 Ağustos’un yıl dönümünde bu soruları çoğaltıp, bir kez daha düşünmek gerekiyor. Halen deprem bölgesinde binlerce işyerinin kapanması nedeniyle işsizlik önemli ölçüde artarken; insanlarımız alt yapısı olmayan, zaman zaman su baskınlarına uğrayan prefabrik konutlarda veya hasarlı konutlarda yaşamaya devam ediyor. Buna karşın, iç ve dış yardımlarla birlikte deprem vergisi adı altında alınan paraların toplamı yaklaşık 10 milyar dolara ulaştı. Kalıcı konutlarla birlikte bölge insanına aktarılan kaynağın yaklaşık 2 milyar dolar mertebesinde olduğu anlaşılıyor. Kalıcı konutların 2000 yılı sonuna kadar teslim edileceği söylenmesine karşın ilgili bakanlıklar bu taahhütlerini halen yerine getiremediler. Teslim edilen konutların büyük bir kısmında alt yapı problemleri devam ediyor. Halen temeli atılmayan konut sayısı da oldukça fazla. Kaçak ve denetimsiz yapılaşmayı teşvik edip destekleyenlerle birlikte, alüvyonlu toprakları, dere boylarını, heyelanlı ve dolgu alanlarını yapılaşmaya açarak, imar ıslah planı adı altında yağmayı ödüllendiren anlayış bugünde devam ediyor. Her
fırsatta yaraların sarılacağı ve yeni yaraların önleneceği söylenmesine
karşın, imar yasasında yapılarda
dayanıklılık ve güvenilirliği) arttıracak ciddi bir değişiklik
yapılamadı. Sadece “Denetim Yasası” adı altında “Denetlememe
Yasası” çıkarıldı. Depremle ilgili yapılan çalışmaların
“kağıt üzerinde eğitim”den baka bir işe yaramadığı görülüyor.
Sivil toplum örgütlerinin projeleri ise tüm iyi niyetlere karşın bütünlükten
yoksun, birbirinden kopuk bağımsız plansız olarak duruyor. Büyük can ve mal kayıplarına yol açan 17 Ağustos depremi, bütün dikkatleri İstanbul’u bekleyen büyük deprem tehlikesine çevirmek zorundadır. İstanbul’da
bulunan yapı stokunun kaçak ve denetimsiz olarak ortaya çıkması,
depremin, sıradan bir doğa olayı olarak görülmesini önemli ölçüde
zorlaştırıyor. Buna karşın, beklenen depremin bölgemizde önemli
ölçüde tahribat yapacağı biliniyor. Deprem zararlarını azaltmak
doğrultusunda, deprem hazırlık çalışmaları başta İstanbul
Valiliği’nce yürütülürken, İmar planları ve imar uygulamaları
ise Anakent Belediyesi ve ilçe belediyelerinin sorumluluğunda yürütülüyor.
Mevcut yasal düzenlemelere göre ilimizin “afet planını” hazırlamak
ve uygulamakla görevli olan örgütsel yapı il Afet Yönetim Merkezi
ve İl Acil Yardım Teşkilatı tarafından yürütülmektedir. Afetin
krize dönüşmesi durumunda ise İl Kriz Merkezi devreye girmektedir. Bu
çalışmalar, deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrasında yapılacak
hazırlıkları bir bütünsellik içinde ve risk yönetimi çerçevesinde
ele almaktan uzaktır. Bu
örgütlenmeler, deprem zararlarını önemli ölçüde azaltacak
gerekli ve yeterli kaynağa sahip değildir. Afet
Yönetim Merkezi, yetkilerini yasal düzenlemelerden değil, İstanbul
Valiliği’nin idari düzenlemelerinden almaktadır. Ayrıca, İstanbul’da
depreme hazırlık çalışmaları yürüten kuruluşlar arasında sonuç
alıcı, etkili bir işbirliği henüz geliştirilmemiştir. Gerek resmi
gerekse sivil kurumlar arasındaki işbirliğinin sağlanmasında ciddi
bir eksiklik vardır. Oysa bu
kurumlar, varmak istedikleri amacı doğru belirledikleri takdirde,
kurumların yapmak zorunda olduğu işlerin sorumlusu da ortaya çıkacaktır.
Hizmet grupları arasında bilgilendirmeyi sağlayacak oluşumlar
henüz sağlanamamış ve hangi ihtiyaçların, ne zaman, nasıl ve
kimler tarafından karşılanacağı henüz netlik kazanmamıştır. Aldığımız
bilgiler; Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü’nce saptanan
alternatif yol güzergahları ile, Anakent Belediyesi’nce hazırlanan
“Acil Ulaşım Eylem Planı”nda uyumsuzluklar olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, kentimizde bulunan yapıların büyük bir kısmının kaçak, proje dışı, plansız ve yasadışı olması, ruhsatlı olsa bile denetimsiz yapılaşmayı önleyecek yasal düzenlemelerin bugüne kadar yapılamamış olması, depremin afete dönüşmesinin önemli bir nedeni olarak karşımızda duruyor. Son olarak çıkarılan 4708 sayılı “Yapı Denetim Yasası” denetim işlerini yerine getirmekten son derece uzaktır. “Denetçi
Belgesi”nin
Bayındırlık Bakanlığı tarafından verilmesi “denetlememe”,
“denetleyememe” gerçeğini değiştirmez. Eğer böyle olsaydı,
Bayındırlık Bakanlığı tarafından denetlenen hastanelerin, okulların,
emniyet binalarının, köprülerin ve bunun gibi yapıların yaşadığımız
depremlerde, yıkılmamaları ve önemli hasar görmemeleri gerekirdi.
Temel sorun, “denetim sisteminin” doğru kurulmasıdır. Son günlerdeki
gelişmeler, “Denetçi
Belgesi”nin Bayındırlık Bakanlığı tarafından verilmesi
konusundaki görüşümüzün,
ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktadır. Depreme hazırlıklı olmak için, İstanbul’da bulunan yapı stokunun deprem anındaki refleksinin doğru olarak saptanması gerekir. Bunun için depremde yıkılacak binaların bir plan çerçevesinde güçlendirilmesi, güçlendirilmesi ekonomik olmayan yapılarda oturanların başka yerlere nakledilmeleri de zorunlu olmalıdır. Böylesi bir çalışmanın yapılabilmesi için sağlam kaynaklara ihtiyaç vardır. Bölgemizde yapıldığı söylenen depreme hazırlık çalışması henüz bu çerçevede ele alınmamaktadır. Yapıların
güçlendirilmesine temel olacak bir yapı envanterinin çıkarılmasına
henüz başlanamazken, Anakent Belediyesi tarafından yapıldığı söylenen
çalışmalar da son derece yetersizdir. 17
Ağustos ve 12 Kasım Depremlerinde, hasar gören yapılara ilişkin yapılan
tespitlerin güvenilir olmadığı anlaşılmıştır. Bu da “bütünlüklü ve planlı bir envanter çalışması” yapılmasını
zorunlu kılmaktadır. İstanbul’da Afet Yönetim Merkezi tarafından
kamu binalarının onarımı ve güçlendirilmesi için 64.7 trilyona
ihtiyaç olduğu belirlenmesine karşın, 2000 yılı içerisinde 1
trilyon lira mertebesinde bir ödenek sağlanmıştır. 17
Ağustos ve 12 Kasım Depremlerinde, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
tarafından yapılan hasar tespit değerlendirmelerine göre, 706 okul ,
129 sağlık binası, 696 emniyet binası önemli
hasar görmüştür. İstanbul’da
bulunan 2225 eğitim binasından 118 adedi, 1998 deprem yönetmeliğine
göre yapılmıştır. 2107 okuldan onarım ve güçlendirilmesi yapılanların
sadece 38 adet olduğunu söylemek “depreme
hazırlıklı olmanın” hangi anlama geldiğini ifade etmek bakımından
son derece çarpıcı bir örnek olsa gerek. Kentimizde
bulunan binaların güçlendirilmesine ilişkin yasal boşluk bugüne
kadar doldurulamamıştır. Yapısını güçlendirmek isteyen bir kısım
yurttaşımız belediye ile Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü arasında
sıkışıp kalmıştır. Ayrıca yapı sahiplerinin bu program çerçevesinde
maddi kaynak sağlayacak projeler ortaya konmamıştır.
Dolayısıyla İstanbul “Hasan” kalfaların insafına
terkedilmiştir. Bu
ve benzeri nedenlerle kişi ve toplumun beklentileri meslek örgütlerine
yönelmiştir. Açıktır ki, meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin
var olan sorunların çözümünde önemli katkıları olabilir. Fakat
toplumun veya kişilerin, devletin yapması gereken işleri bu örgütlerden
beklemesi doğru bir yaklaşım değildir. Doğru yaklaşım, “her kurum ve kuruluş, bir başkasının yerine geçmeden, kendisini onun yerine koymadan kendi işini en iyi biçimde yapmalı” anlayışının içindedir.
|