İnceleme |
|
İSTANBUL’DA TARİHİ YAPILAR VE DEPREM RİSKİ
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Tarihi
Yapıların Deprem Riskinin Belirlenmesi ve Azaltılması Tarihi
yapı tanımına giren binalar yapı malzemesi, yaş, yapısal sistem,
fonksiyon ve içinde bulundukları durum açısından çok geniş bir
yelpazeye yayılmaktadır. Örneğin İstanbul’daki tarihi yapıların
1500-1600 yıl ila 50-60 yıl arasında değişen yaşlarda oldukları söylenebilir.
Yapı malzemesi olarak değişik dönemlerin teknik ve malzemesiyle üretilmiş
ve uygulanmış taş, kesme taş, tuğla, harç, ahşap, demir
kullanılmıştır. Cami, medrese, türbe, saray, kilise, han, hamam,
konut gibi çok değişik fonksiyonlara sahip bu yapı grubunun
yapısal sistemleri de birbirinden farklıdır. Bir kısmı üzerlerinde
geçmiş depremlerin izlerini taşımakta, çoğu da bakımsız ve
restorasyona muhtaç durumda bulunmaktadır.
İstanbul’daki
tarihi yapıların deprem riskinin belirlenmesine yönelik olarak yapılması
gerekenler (1) kentteki deprem tehlikesinin belirlenmesi, (2) zemin koşullarının
saptanması, (3) tarihi yapıların hasar görebilirlik durumlarının
ortaya konması ve (4) tarihi yapılarda olası bir deprem sonunda oluşacak
kayıpların ortaya konmasıdır. Deprem tehlikesinin ve zemin
etkilerinin belirlenmesi bu yazının kapsamı dışındadır. Kentteki
tarihi binaların hasar görebilirlik
durumunun belirlenmesi içinse tüm yapıların ele alındığı genel,
ve yapı bazında çalışmaların gerçekleştirildiği özel yaklaşımlar
bulunmaktadır. Bu yapılarda meydana gelebilecek kayıpların tahmini
de, söz konusunu yapıların karakterlerine uygun şiddet-hasargörebilirlik-hasar
oranı ilişkilerinin ortaya konmasını gerektirmektedir.. Tüm
yapılar bazında yapılması gerekenler - Genel yaklaşım
Esasen tarihi yapılara yönelik bir deprem senaryosu çalışmasının amacı olası bir deprem sonucu tarihi yapılarda meydana gelecek hasarın belirlenebilmesidir. Bunun için (1) çalışma alanındaki tarihi yapı stoğunun içinde yer alan her yapı tipi için hasar görebilirlik seviyesinin belirlenmesi ve (2) çalışma alanında beklenen şiddet seviyelerine göre, hasar (kayıp) oranlarının hesaplanmasıdır. Tarihi yapılarda hasargörebilirlik seviyesinin belirlenmesi için, endeksleme yöntemi ya da ‘limit-state’ yaklaşımı örnek verilebilir. Hasargörebilirlik endeksi yönteminde bir yapı grubunda hasarı kontrol eden parametreler belirlenir. Ele alınan yapı grubu içinde yer alan her bina için, seçilen parametreler tek tek değerlendirilerek toplam bir hasar görebilirlik değerine ulaşılır. Hasargörebilirlik-hasar oranı arasında her şiddet seviyesi için verilen ilişkiler de kayıpların bulunmasında kullanılır. Bu yöntem yardımıyla Barcelona’daki tarihsel öneme sahip bir yapı grubu için yapılan çalışma sonuçları Şekil 9’da sunulmaktadır (Caicedo ve diğeleri, 1995). Hasargörebilirlik-hasar ilişkisine bir örnek ise 20. yüzyılın ilk yarısında İtalya’da inşa edilmiş yığma yapılar için Şekil 10’da verilmektedir (Angeletti ve diğerleri, 1988). Benzer
bir ilişki yığma kilise ve konutlar için Şekil 11’de görülebilir (D’Ayala, 2000).
Şekil 11‘deki hasargörebilirlik değeri ‘limit-state’
yaklaşımıyla bulunmuştur (D’Ayala ve diğerleri, 1997). EMS
1992, yığma yapıları kullanılan malzemeye göre yedi farklı grupta
incelemektedir (Şekil
12). Hasar ise, az hasar
ile çökme arasında değişen beş
basamaklı bir derecelendirme sistemin ile tanımlanır (Şekil 3).
İstanbul’daki tarihi yapıların A, B ya da C hasargörebilirlik
sınıfına dahil oldukları düşünülürse,
EMS 1992’de verilen hasar oranları VII, VIII ve IX şiddetleri
için Tablo 1’deki gibi özetlenebilir.
Tablo
1. Deprem şiddeti, hasargörebilirlik, hasar oranı ilişkileri,
EMS 1992
İstanbul’daki
tarihi
yapıların hasar görebilirlik durumunun belirlenmesi için öncelikle
yapıların bütün olarak ele alınarak, eldeki tüm verilerin bir
veritabanında derlenmesi ve GIS (Coğrafi Bilgi Sistemi) ortamında değerlendirilmesi
gerekmektedir. Böylelikle bu yapı stoğu hakkından genel bir fikre ve
her türlü bilgiye ulaşacağımız bir dayanağa sahip olunabilir. Bu
envanterde bina hakkındaki tipolojik, tarihsel, idari, yapısal, jeolojik
ve jeoteknik bilgiler yer almalıdır. Bu konuda ayrıntılı bilgi
Gavarini (2001)’de bulunabilir. Bu
bilgiler yardımıyla benzer özelliklere sahip yapılar gruplanarak, her
bir grubu temsil eden yapı örneği seçilerek, o yapının üstünde
detaylı inceleme, ölçüm ve deneyler yapılmalı, yapının statik,
dinamik, malzeme, temel ve zemin özellikleri ayrıntılarıyla
incelenmeli, bir deprem sırasındaki davranışları analitik ve
gerekirse bir model kurularak sarsma masası yardımıyla test edilmeli, güçlendirme
metodolojileri önerilmeli ve tartışılmalı ve bu metodolojilerin
etkinliği, yine sarma masası yardımıyla test edilerek ortaya konmalıdır.
İstanbul’da
bir çok tarihi ve anıtsal yapının depreme karşı güçlendirmesi gereği
açıktır. Ne var ki, işin boyutu göz önüne alındığında, bu gereğin
yerine getirilmesinin mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden
akılcı olan hangi yapılar için öncelikli
olarak onarım ve güçlendirmenin gerekli olduğunun belirlenmesidir. Bu
öncelik sırasının belirlenmesi için iki yöntem önerilebilir.
Birinci yol bu önceliğin bir komisyon tarafından, uzman görüşleri
yardımıyla belirlenmesidir. İkinci yol da öncelik sırasının hasar-görebilirlik
indeksi yöntemine göre ortaya konmasıdır.
Bu yöntemde tarihi yapıların hasar görebilirlikleri, her biri
belirli bir matematiksel ağırlığa sahip olan tarihi önem, yapısal
sistem, önceki depremlerde gördüğü hasar, bakım seviyesi gibi
faktörler için verilen puanların toplanmasıyla belirlenir. İkinci
yöntem, ilkine göre daha objektifdir. Tarihi
yapıların yapısal güvenliğine, bu tip yapılardaki onarım ve
renovasyon işlerine ilişkin
özel kanun ve düzenlemeler için iki ülke örnek verilebilir. Bunlar
Amerika Birleşik Devletleri California Eyaleti ve İtalya’dır. Sahip
olduğu mimari mirasın niteliği ve niceliği nedeniyle İtalya, Türkiye
koşullarına daha yakın bir kimliğe sahiptir. İtalya’da
bir çok tarihi binada yapısal hasara yol açan 1997 Umbria-
Marche depremi sonrasında hasar tespit çalışmaları,
onarım ve güçlendirme ilkeleri, tasarım ve uygulamanın
denetlenme kriterleri ve tüm bu işlere ilişkin finansal kaynaklar
komisyonlar tarafından yapılan inceleme ve çalışmalar sonucu
kanunlarla ortaya konmuştur (Angeletti ve Cherubini, 2000). İtalya’da
az hasarlı ve düşük hasar-görebilirlik seviyesine sahip yığma yapıların
deprem güvenliğinin arttırılması
için ortaya konan temel ilkeler şunlardır: Var olan hasarın
onarımı, duvar-duvar ve duvar-diyafram bağlantılarının, tercihen bağ
çubuklarıyla yapılması, ve kemer, tonoz ve çatılara gelen yatay yüklerin
azaltılması. Tarihi öneme sahip yapılar içinse yukardakilere ek
olarak getirilen kriterler, onarım ve güçlendirmede geleneksel
malzemenin kullanılması, yer ve çatıların betonarme
döşemelerle değiştirilmesinden, çok ağır ve rijid olmaları
sebebiyle kaçınılması, ve
tonozlarda kuvvetli bir güçlendirmeden kaçınılmasıdır (Angeletti ve
Cherubini, 2000). Umbria-Marche depreminde tarihi merkezler de hasar görmüştür.
Bu tip merkezlere İstanbul’dan örnek olarak Beyoğlu ve Galata gösterilebilir.
Böyle merkezler içinde bulunan yapıların onarım ve güçlendirmesi için
ortaya konan kriterlerse, esas olarak buralarda sıklıkla görülen bitişik
nizam binaların bütün olarak ele alınmasına yöneliktir; bitişik
binalarda benzer takviye yöntemlerinin uygulanması, bir blok içinde
bulunan bina grubunun birlikte analiz edilmesi, binaların tek tek
analizinden ve güçlendirme uygulamalarından, bloğun bütünün deprem
güvenliğinin azalacağı gerekçesiyle kaçınılması gibi. EuroCode8 Bölüm
1.4’te tarihsel ve anıtsal yapılar özel olarak ele alınmaktadır. Bina
bazında yapılması gerekenler Bir
yapının deprem performansının ve güvenilirliğinin belirlenmesi ve
iyileştirmeye yönelik projelerin geliştirilmesi bir çok disiplinin bir
arada çalışmasını gerektiren bir sorundur.
Böyle bir çalışmada şu aşamalar yer almalıdır: (1) Yapısal
system özelliklerinin literatüre dayalı olarak çalışılması, varsa
rölevelerinin incelenmesi ve eldeki bilgilerin fotogrametrik ölçümlerle
desteklenmesi, (2) Yapısal malzeme özelliklerinin yapıya zarar
vermeyen teknolojiler kullanılarak (jeo-radar, ultrasonik, infrared
fotografi ve endoskopik inceleme gibi) ortaya konması, malzemenin
fiziksel ve kimyasal özelliklerinin anlaşılması (3) Yapının temel ve
zemin özelliklerinin jeofizik yöntemler ve sondaj yoluyla incelenmesi,
(4) Çevrel titreşim deneyleri yoluyla yapının dinamik özelliklerinin
ortaya konması, (5) Yapıya bir kuvvetli yer hareketi kayıt sisteminin
yerleştirilmesi, (6) Yapıdaki deformasyonların,
mevcut çatlaklardaki hareketlerini, nem ve ısı değişikliklerini
periyodik okumalarla sürekli izleyen ölçü-kayıt sistemlerinin montajı
(7) Yapının nümerik modelinin oluşturularak, statik ve dinamik davranış
özelliklerinin anlaşılması, çeşitli büyüklüklerdeki depremler altındaki
tepkisinin benzeşiminin yapılması (8) Güçlendirmeye yönelik
projelerin geliştirilmesi ve nümerik ortamda ve mümkünse sarsma masası
yardımıyla test edilmesi. Binaların dinamik özelliklerinin belirlenmesinde ilginin son dönemde ‘on-line’ yöntemde olduğu söylenebilir (Lin ve diğerleri, 2001). Sistem, yapının strüktürel olarak dinamik davranışını en iyi yansıtacak noktalara yerleştirilmiş ivme-ölçerlerden ve bunlardan gelen verileri anında değerlendirerek ilgili merkeze ileten bir yazılım ve donanımdan oluşmaktadır. Böylelikle yapının modal frekans ve sönümlenme özellikleri, deprem olmadığı zamanlarda periyodik olarak alınan ivme kayıtları yardımıyla, bir deprem sırasında da aynı değerlendirmenin bir deprem kaydı boyunca yapılmasıyla, izlenmektedir. Yöntemin etkinliği Şekil 13‘te görülebilir (Durukal ve Erdik, 1994). Şekilde Aya Sofya’nın güney ana kemeri üzerinde alınmış 12.12.1993 depremi kaydı yardımıyla, yapının 2. hakim frekansında ve 1. modal sönüm oranında deprem kaydı boyunca meydana gelen değişiklikler gösterilmektedir. Sistemi deplasman, nem, ısı ölçerler gibi cihazların eklenmesiyle çok daha kapsamlı ve ideal hale getirmek mümkündür. Yapının hakim frekansı ve sönüm değerlerindeki değişiklikler doğrudan o yapının yapısal özelliklerindeki değişiklikleri işaret etmekte ve belli değerlerin aşılması hasarı gösterebilmektedir. Bu yöntemle özellikle Aya Sofya Müzesi, Küçük Aya Sofya Camii, Mihrimah Sultan Camii, Dolmabahçe Sarayı gibi önemli ve hassas yapıların sürekli olarak denetlenerek, sıradışı yapısal eğilimlerin anında belirlenerek acil önlemlerin zamanında alınması sağlanabilir. Şüphe
yok ki tarihi yapılarda güçlendirmenin hangi yöntemle yapılacağı ve
nasıl uygulanacağı dikkatle ve ihtiyatla cevaplanması gereken çok
hassas ve önemli bir sorudur. Tarihi
binalara yapılan yapısal müdahalenin yarardan çok zarar getirdiği şeklinde
bir görüş de bulunmaktadır. Spence ve diğerleri (2000)
güçlendirilmiş eski yığma binaların deprem sonrası hasar
seviyelerini incelemiş ve genel olarak bu tip yapılarda güçlendirmenin
7-8’lik şiddet seviyesi için (Avrupa Makrosismik Ölçeğine göre)
hasar oranını yaklaşık %50 oranında azalttığını göstermişlerdir.
Aynı çalışma bağlantı çubukları kullanılarak yapılan güçlendirmenin
verimliliğinin, daha pahalı olan betonarme kuşak kullanılarak yapılandan
hiç de farklı olmadığına da işaret etmektedir. Spence ve diğerleri
(2000) bağlantı çubuklarını eski yığma binaların güçlendirmesinde
ucuz, etkin ve binanın yapısal sistemine ve dış görünüşüne en az
etkiyi yapan en önemli alternatif olarak ortaya koymaktadır. Durumu
aciliyet taşıyan yapılar için (Mihrimah Sultan Camii gibi) ise üç aşamalı
bir hareket planı öngörülmelidir. Bu aşamalar, tanı, stabilizasyon
ve iyileştirmedir. Tanı aşamasında yapının içinde bulunduğu genel
durum ve sorunlar ortaya konmalı, acil olarak ele alınması gereken yapısal
problemler tanımlanmalıdır. Stabilizasyon aşamasında acil olarak ele
alınması gereği ortaya konan sorunların çözümü için öneri ve
projeler geliştirilerek, bu paket derhal uygulamaya konmalı ve bu, ileri
ve kapsamlı analiz sonuçlarına göre belirlenecek iyileştirme önlemleri
uygulamaya konana kadar geçerliliğini korumalıdır. İyileştirme
olarak adlandırabileceğimiz son aşama kapsamında da üst ve alt yapıya
dair detaylı araştırmalar ve güçlendirmeye yönelik etkinliği çeşitli
yöntemlerle test edilmiş öneriler yer almalıdır. Sonuç
Beklenen
İstanbul depreminde ivme seviyelerinin, İstanbul’un tarihi yapıların
yoğunlukla bulunduğu bölgelerinde, Kocaeli depremi sırasında
aynı bölgede kaydedilenlerin 2.5-3.0 katına ulaşması muhtemeldir
(Erdik ve diğerleri, 2001). Kocaeli depreminde Fatih Camii’nde ölçülen
yer ivmesi %18g, Koca Mustafa Paşa Sümbül Efendi Camii’nde ölçülen
yer ivmesi ise 13% g olmuştur. Bu ortaya çıkacak hasarın boyutu hakkında
iyi bir fikir vermektedir. Vakit kaybetmeden mevcut hasar onarılmalı ve
gerek duyulan hallerde güçlendirmeye yönelik adımlar atılmalıdır.
Özellikle güçlendirme konusunda İnşaat Mühendisliği camiasının İstanbul
Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü ve Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne
destek sağlaması arzu edilen bir tutum olacaktır. Teşekkür
Çalışmalarımıza
sağladıkları destek nedeni ile Kültür Bakanlığı-İstanbul Röleve
ve Anıtlar Müdürlüğü’ne ve gösterdikleri yakın ilgi dolayısıyla
Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne içten teşekkürlerimizi
sunarız. Kaynaklar
|