|
DEKLERASYON |
17 Ağustos Depremi'nin ikinci yıldönümünde, inşaat mühendisliği ve yapı sektörü açısından son derece önem taşıyan ‘Betonda Kalite Deklarasyonu’ çeşitli üniversitelerin inşaat mühendisliği yapı malzemesi bölümlerinden, öğretim üyelerinin imzalarını taşıyor. Bu deklarasyonda, Türkiye'deki yapılarda, C 30 ve
daha yukarı sınıflarda betonların kullanılması gereği vurgulanıyor. 17 Ağustos 1999 tarihinde, saat 03.02’de Marmara’nın doğusunda olan depremin büyüklüğü 7.4 olarak kaydedildi. Bu deprem, ülkemizin yaşadığı en büyük felaketlerden biri olarak nitelenebilir. Nedeni ise 1200 km uzunluğunda olduğu bilinen Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın, Düzce’den Çınarcık’a kadar uzanan yaklaşık 120 km’lik bir bölümünün kırılmasıdır. 45 saniye süren bu depremin izleri çok uzun bir süre ülkemiz insanlarının hafızalarından silinmeyecek kadar derindir. Merkez üssü Gölcük olan Marmara Depremi, sadece çok sayıda yaralı ve can kaybıyla sınırlı kalmadı, ülkemizin can damarı olan sanayi tesislerinde de büyük tahribata neden oldu. Bu deprem nedeniyle birçok kişi işini kaybetti ya da evsiz kaldı. Çok sayıda bina ve konutun kullanılamaz hale geldiği bu depremin Türkiye ekonomisinde yarattığı kaybın büyüklüğü ortadadır. Bu deprem ve daha sonra yaşanan Düzce depremi
sonrasında en çok konuşulan konu bölgenin jeolojik yapısı oldu.
Bundan sonraki büyük şokun ne zaman olabileceği üzerine senaryolar üretildi.
Ülke insanı konuşulanları ve tartışmaları televizyondan ve basından
ilgiyle izledi; çoğu insan adını ilk kez duyduğu jeofizik ve
sismoloji konularıyla ilgilenmeye başladı. Ancak, göçen yapılardaki
hasarların nelerden kaynaklandığı konusunda maalesef çok az bilgi
edinildi. Çok yaygın kullanımı olan ve göçen göçmeyen bütün
binalarda kullanılan betonların kalitesi konusunda kamuoyu yeteri kadar
aydınlatılamadı. Uzun bir geçmişe sahip olan Yapı Mühendisliği ülkemizde
de gelişmiş olmasına ve sadece ülkemizde değil, ülke sınırlar dışında
da önemli Gerek nüfus yoğunluğunun, gerek sanayisinin büyük
bir bölümü deprem kuşağında olan Türkiye, bu bölgeleri terk
etmeyeceğine göre, ‘bilgi ve bilim’ ile yaşamanın öğrenilmesi,
geçmiş depremlerden çıkarılmayan Bir yapıdan beklenen, dayanım, dürabilite (dayanıklılık), fonksiyon, ekonomi ve estetiği sağlamasıdır. Yapıyla ilgili mimar ve mühendisler bu unsurları birleştirmek durumundadır. Bir yapı üretilirken şu aşamalardan geçilmelidir. a) Yapı Tasarımı Yer Seçimi , Zemin Etüdü, Sistem Seçimi,
Projelendirme, Projenin Ayrıntılandırılması b) Malzeme Seçimi ve Malzemenin Denetimi Kullanılan Malzemelerin Davranışı, Seçilen
Malzemelerin Amaca Uygunluğu, Kullanılan Malzemelerde Kalite c) İnşaat Süreci Tasarımla Uyumlu Bir Yapı Üretim Teknolojisi, Montaj ve İşçilik, Bu arada, genellikle üzerinde durulmayan, ancak yaşamsal önemde olan bir nokta yapının dürabilitesidir (dayanıklılığı-kalıcılığı). Betonarme yapılar, donma-çözülme, sülfat etkisi başta olmak üzere çeşitli asit ve tuzların ve özellikle donatı korozyonunun etkisi altındadır. Bu etkiler sonucu zamanla beton hasar görmekte, gittikçe taşıyıcı özelliğini yitirmektedir. Donatı korozyonu durumunda ise hem donatıda önemli kesit kayıpları oluşmakta, hem de donatı-beton aderansı yok olmaktadır. Böylece, birlikte çalışması gereken donatı çubukları ile beton birbirinden ayrılabilmektedir. Yaşadığımız Ağustos-Kasım depremleri sonrasında
bir çok yapının özellikle bodrum-zemin katlarındaki betonarme
elemanlarında paspaylarının çatladığı ya da betondan ayrıldığı
gözlenmiştir. Bunun nedeni, donatı korozyonu sonrası oluşan hacim artışı
nedeniyle kapak atmasıdır. Gerçekten de, korozyon sonunda oluşan pas
demirin hacmini en az 2 kat artırmakta, bu ise donatı etrafındaki
betonu tahrip etmektedir. Birçok yapının göçmesinde, taşıyıcı
elemanlarda donatı korozyonu sonucu oluşan aderans düşüklüklerinin
de önemli payı vardır. Ancak, yıkılan yapıların çoğunlukla bodrum
katları altta kaldığı için durumun tam farkına varılamamıştır. Özellikle deniz kenarındaki yapılarda klor iyonları paspayını geçerek, donatıya ulaşabilmektedir. Her iki durumda da korozyonun başlayabilmesi paspayı betonunun geçirimliliğine bağlıdır. Bir şekilde korozyona açık hale gelen donatıda, bu olayın sürebilmesi için gerekli olan iki etken oksijen ve nem de yine paspayı betonunu aşarak donatıya ulaşmaktadır. Bu durumda korozyon açısından betonun geçirimsizliğinin önemi ortaya çıkmaktadır. Geçirimli bir betonla üretilmiş taşıyıcı
betonarme elemanlarındaki donatının korozyona uğraması, bunun sonucu
olarak donatı ve betonun birlikte çalışmasının sona ermesi kaçınılmazdır.
Bu ise deprem gibi bir afette Yeni deprem yönetmeliğinin deprem bölgelerinde
kullanılacak, asgari beton sınıflarını C 16 ve C 20’ye çıkarması
olumlu değişikliklerdir. Ancak, dürabilite açısından, özellikle
donatı korozyonu açısından Benzer sınıflandırma, TS 11222 Hazır Beton
Standardı’nda da ek bilgi olarak verilmiştir. Ancak, bu koşullar ne
betonarme projelerinde aranmakta, ne de bu projelerin denetiminde göz önüne
alınmaktadır. Bir betonda söz konusu su/çimento oranı ve dozaj sınırlamasının
sağlanması durumunda beton sınıfı kendiliğinden C 25-30 düzeyine çıkmaktadır.
Bir betonda su/çimento oranının ve çimento dozajını denetlemek kolay
değildir. Yurdumuzda özellikle hazır beton sektöründe yüksek dayanımlı çimentoların yaygın olarak kullanıldığı da düşünülerek, söz konusu su/çimento oranı ve minimum çimento dozajı sınırlandırmalarının sağlanabilmesi için asgari beton sınıflarının C 30 düzeyine çıkarılması ve bu sınıftan daha düşük betonların deprem bölgelerinde kullanılmasına izin verilmemesi gereklidir. 595 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında KHK’nin iptalinin ardından çıkartılan 4708 Sayılı Yapı Denetimi Yasası ve Uygulama Yönetmeliği ile görevlendirilen yapı denetimi kurumlarının, yapıları bu açıdan da denetlenmelerinde yarar vardır. Bizler, aşağıda isimleri bulunan ve üniversitelerimizde
İnşaat Fakültesi Yapı Malzemesi Anabilim Dallarında görev yapan öğretim
üyeleri olarak, afet bölgelerinde kullanılacak betonlarla ilgili görüşlerimizi,
özellikle yeni Prof. Dr. Saim AKYÜZ, İTÜ İnşaat Fakültesi; Prof. Dr. Bülent BARADAN, Dokuz Eylül Üniversitesi İnşaat Fakültesi; Prof. Dr. Turhan ERDOĞAN, ODTÜ Mühendislik Fakültesi; Prof. Dr. Abdurrahman GÜNER, Trakya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi; Prof. Dr. Hulusi ÖZKUL, İTÜ İnşaat Fakültesi; Prof. Dr. Erbil ÖZTEKİN, Prof. Dr. Turan ÖZTURAN, Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi; Prof. Dr. M. Ali TAŞDEMİR, İTÜ İnşaat Fakültesi; Prof. Dr. Mustafa TOKYAY, ODTÜ Mühendislik Fakültesi; Prof. Dr. Fikret TÜRKER, Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi; Prof. Dr. Mehmet UYAN, İTÜ İnşaat Fakültesi.
|