Görüşler |
|
Marmara Denizi'nde şimdi ile önümüzdeki 30 yıl içinde, büyüklüğü 7 veya 7'nin üstünde olacağı bilimsel olarak da ifade edilen bir deprem beklenmektedir. 17 Ağustos 2001 Kocaeli Depremi ülkemizde "Deprem Zararlarının Azaltılması" konusunda bir dönüm noktası olarak algılandı ve bu konuda belki de ilk defa bazı önemli adımlar atıldı. İstanbul'da bu konu ile ilgili çalışma yapan bazı inşaat mühendislerinin "kentimizdeki onarım ve güçlendirme projelerinin güvenilirlikleri ile denetimleri, yapılanlar ve yapılmayanlar" konusundaki görüşlerini aldık. Konu ile ilgili değerli görüşlerini bizimle paylaşan ve yazıya döken üyelerimize teşekkür ederiz. |
İnş. Müh. Ahmet Emin AKYAVAŞ ONARIM VE GÜÇLENDİRME Ülkemizde son yıllarda yaşanan depremlerden sonra dikkatler, Marmara Bölgesi'ndeki ve özellikle kentimizdeki "Onarım ve Güçlendirme" projelerinin güvenilirlikleri ve denetimlerin yeterliliği üzerinde yoğunlaştı. Genellikle yapıyı hasar öncesi dayanım düzeyine getirmek "ONARIM", hasar öncesinden daha yüksek bir dayanım düzeyine getirmek "GÜÇLENDİRME" olarak nitelendiriliyor. Onarım ve güçlendirme projelerinin zorluklarından biri yapının mevcut durumunun çok büyük bir doğrulukla saptanmasıdır, aksi takdirde yapılacak olan onarım ve güçlendirme projesinin faydası şüphelidir. Depremde hasar görmüş bir yapının onarım ve güçlendirme projesine ışık tutacak, taşıyıcı sistem açısından değerlendirilmesi, aynen hekimlerin tedaviye muhtaç ya da operasyon yapılacak hastaya uyguladıkları konsültasyon gibidir. Bir başka deyişle; depremde hasar görmüş bir yapı aynen tedaviye muhtaç bir hasta gibidir. Bu yapının acil olarak mevcut hasarlarının değerlendirilmesi, güçlendirilmesi, onarılması ve davranışı ile ilgili olarak bir uzman grubunun konsültasyonuna ihtiyaç vardır. Örneğin; ülkemizde son on yılda betonarme binalarda gözlenen yapısal hasarların büyük bir çoğunluğu aşağıdaki 4 nedenden kaynaklanmaktadır. 1. Depreme uygun olmayan mimari tasarım ve depreme uygun olmayan, zayıflıklar içeren taşıyıcı sistemler 2. Uygulama hataları 3. Donatı detayının yetersiz veya hatalı olması 4. Zeminden kaynaklanan sorunlar İşte bütün bu yukarıdaki ana nedenler ve detayları araştırılmadan yapılan bir onarım ya da güçlendirme projesinin sanırım bir faydası olmayacaktır. Örneğin; yapıda simetri olmaması
burulma momentlerinin oluşmasına neden olur. Burulma momentleri, özellikle
çevre kolonlarına ek kesme kuvvetleri getirir. İşte herhangi bir yapıda
bu durum öncelikle projeci tarafından tespit edilememiş ya da algılanamamış
ise yapılacak olan onarım ya da güçlendirme projesi, yanlış teşhis
konulup yanlış tedaviye yönlendirilen hastaya benzer. Dolayısıyla onarım
ve güçlendirmeye başlamadan önce binanın mevcut durumunun doğru olarak
saptanması gerekir. Bu nedenle herşeyden önce binanın rölevesinin yapılması
gerekir. Çalışmalar için 2 tür röleve gereklidir. a. Mimari Röleve b.
Taşıyıcı Sistem Rölevesi Binanın projesi mevcut olsa bile yerinde yapılacak
ölçümlerle projeye uyulup, uyulmadığı saptanmalıdır. Ayrıca hasar işlenirken
hasar türü de belirtilmelidir. Taşıyıcı sistem rölevesinde mutlaka
donatı tespiti yapılmalı, beton dayanımı alınacak karotlarla ve tabanca
okumaları ile saptanmalıdır. İşte bütün bu çalışmaların özveri ile
dikkatli bir şekilde yapılması gerekir. Ancak bütün bunlardan sonra uzman
grubundan teşkil edilmiş bir konsültasyona ihtiyaç vardır. Bu konsültasyon
sırasında binanın mimari ya da taşıyıcı sistem yönünden değerlendirilmesi,
yapının zayıflıkları, hasarları, hasar türleri, yapının davranışı,
yönetmeliklere uygunluğu gibi hususlar enine boyuna irdelenmeli ve yapılması
gereken onarım; güçlendirme projesini yönlendirebilecek mahiyette bir
rapor teşkil edilmelidir. Daha sonra onarım-güçlendirme projesinin her aşamasında
aynı uzman grup ya da akademisyenler, projenin doğruluğunu
irdelemelidirler. Yapının onarım ve güçlendirme projesinin üretilmesi
yukarıda sıralamaya çalıştığım nedenlerden dolayı uzun ve karmaşık
bir süreçtir. Bilgi, tecrübe ve uzmanlık gerektirir. Ancak ne yazık ki
hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da toplumsal bilincin yeteri kadar oluşmaması,
insanların çaresizlik içinde kalışı, bazı meslektaşlarımızın işlerini
hafife alışı ya da rant kaygısı nedenlerinden ülkemizde ve özellikle
kentimizde bu projelerin sağlıklı üretilip üretilmediği tartışılır.
Diğer taraftan işin denetim boyutuna gelirsek; ülkemizde son depremlerden
sonra bir takım önlemler alınmış olunmasına rağmen, söz konusu önlemler
sadece yeni yapılacak binaların inşaat kalitesini artırmaya yöneliktir.
Oysa asıl sorun mevcut binaların olası bir depreme hazırlanması ve de
onarılan ya da güçlendirilen binaların denetlenmesi hususudur. Yapı
kalitesini yükseltecek idari ve teknik gereklerin yerine getirilmesi
gerekmektedir. Bugün ülkemizde yapı denetiminin nasıl yapılacağına ilişkin
normlar, yönetmelikler ve denetim standartları yoktur. Denetimin neye bakılarak
hangi norm ve standartlar esas alınarak yapıldığını söylemek mümkün
değildir. Yapı kalitesini yükseltecek idari ve teknik gereklerin yerine
getirilebilmesi için etkin bir yapı denetim düzeninin kurulması, yapıdan
sorumlu olanların kayıtlara geçirilmesi, görev ve yetkilerini yerine
getirmeyen sorumluların izlenmesi, sicil sisteminin oluşturulması, yasal işlemlerin
yapılması gereklidir. Hem merkezi yönetimler hem de yerel yönetimler, bütünsel
bir ulusal yapı denetim sistemini geliştirecek yasal düzenlemelerden sürekli
kaçmışlardır. Kaldı ki zaten yerel yönetimler genelde bilgiden ve
denetimden yoksun ellerdedir.
İnş. Müh. A. Taner DİNÇ HEDEF İNSANLARIN SAĞ VE SAĞLAM KALMASIDIR 17 Ağustos Depremi'nin 1. yılında, A.P.'in genç muhabirlerinden rahmetli Kerem Lawton'ın benimle gerçekleştirdiği söyleşinin üzerinden bir yıl geçti. Bu söyleşide; yaşamış olduğumuz felaketlerden sonra toplumun bilinçlenerek tekniğe daha fazla güvenmesi ve saygı duyması gerekirken, bu beklentimizin toplumun büyük kesiminde gerçekleşemediğini üzülerek ifade ettim. Kerem Lawton birkaç ay önce Makedonya'da gazetecilik görevi başında kaza kurşunları ile yaşamını yitirdi. Riskli bir görev üstlenmişti. Bilerek veya bilmeyerek, hepimiz beklenen bir deprem riski ile yaşıyoruz. Muhtemel bir depremi, dayanıksızlığı önceden belli yapılarda beklemek de büyük risk taşıyor. Deprem sırasında içinde bulunduğumuz yapı, yalnız bizim içinde yaşadığımız mesken olmayabilir; bir işhanı, bir mağaza, bir kamu binası, bir fabrika veya depo binası olabilir. Bu bakımdan risk yalnız meskenimiz ile sınırlı değil. Güvenli yapılara sahip olmaktaki bütün mesele yapı tekniğine uymaktan ibarettir. Yapı tekniğini; her türlü yapının uyması gereken şartname ve yönetmeliklerin uygulanması olarak ifade edebiliriz. Yapının depreme dayanıklı olmasını istiyorsak, doğru projenin doğru biçimde uygulanmasını sağlamak gerekiyor. Eğer mevcut bir yapıyı satın alıyorsak, o zaman da yapının yapı tekniğine uygun yapıldığından emin olmalıyız. İşte Odamızın (İ.M.O) günümüzde ulaşmak istediği hedeflerden biri de yapıların, (tüketici açısından güvenilir sanayi ürünleri gibi özel çaba ve araştırmalara mahkum olmadan) bir asgari standart ile üretilmesinin gerçekleşmesi için yasal yapılaşmayı oluşturup uygulanmasını sağlamaktır. Genel olarak sorumluluklar iyi tarif edildiği zaman böyle bir rüya gerçekleşecektir. Eskiden ustalardan çıraklara aktarılarak geliştirilen deneyim, günümüzde hızlandırılmış olarak eğitim kurumlarında gerçekleştiriliyor. Ancak eğitim dışı kalabilen meslek dalları da var. Nitekim inşaat işlerinde uygulamayı gerçekleştiren ve "usta" diye nitelendirdiğimiz birçok meslek erbabının ustalığı bilimsel olmaktan uzak, yüzeysel ve hatta bilimselliğe de kapalı olabilmektedir. Toplum olarak yetiştirmediğimiz, nasıl yetiştiğini umursamadığımız insanlardan doğru hizmet beklemek gibi bir çelişkimiz var. Eğitilmiş insan gücü öğrenmeye ne kadar açık ise eğitilmemiş olanı da öğrenmeye genellikle ısrarla kapalı oluyor. İnşaat ustalarımızın çoğunluğu öğrendiklerinden farklı bilgilere kapalı ve bildiğinden şaşmayan bir tutum sergilerler. Şimdi depremin 2. yılı yaklaşırken yaşanan felaketlerden ders almaya devam etmek şüphesiz faydalı olacaktır. İki yıl içinde, gördüğüm olumlu-olumsuz kişisel deneyimlerim şöyle sıralanabilir: 1- İstanbul'un zemini genellikle sağlam olduğundan, şimdiye kadar etraftan gelen deprem tesirlerini azaltılmış olarak algıladı. Bu sayede kolaylıkla hasar görebilecek yapılar kurtuldu. 2- İstanbul'un zemini sağlam olmayan bölgeleri ise etraftan gelen deprem tesirlerinden olumsuz etkilendiler. Bu açıdan en talihsiz bölge Avcılar'ın büyük bir kısmı oldu. Ancak aynı Avcılar'da sağlam zemin üzerine rastlayan ve felaketi ucuz atlatan yapılar da var. 3- 17 Ağustos Depremi topluma zemin araştırmasının önemini benimsetti. Daha önceleri, proje yapım aşamalarında birçok mal sahibi uyarılarımıza rağmen masraf olmasın diye zemin araştırması yaptırmazdı. Biz de hazırlamakta olduğumuz projelerde zemin hakkında bir kabul yapıp, bununla ilgili uyarı notlarımızı koyarak projeyi tamamlardık. 4- 17 Ağustos sonrası gündeme takviye projeleri geldi. Sağlamlaştırma teknik olarak mümkün olmasına karşın, uygulamada kaba inşaat işleri yanında bilhassa ince işlerin yeniden yapılması gerekmekte ve sağlamlaştırmayı yeniden yapmaya dönüştürerek maliyetini de aşırı yükseltmektedir. 5- Genellikle meslektaşlarımız arasında kesinleşen bir görüşü açıklamak isterim: Herhangi bir yapının taşıyıcı sistemi, şimdiye kadar geçirmiş olduğu depremlerde hasar görmemiş ise o yapıya sataşmamak en uygun yöntem olur. Ancak betonarme donatı pasını yapı kimyasalları ile onarmak gerekir. 6- Sağlamlaştırma projeleri istismara kolaylıkla açık projelerdir. Gerçekleştirilen projeler arasında faydası tartışmalı olanlar çoktur. 7- Deprem felaketi, yeni yapı yaptırmaya hazırlanan mal sahiplerinin projeye verdiği önemi arttırdı. Buna rağmen hala ülkemizde projeyi gereksiz bir kağıt destesi gibi görenler çoğunluktadır. 8- Bir de yeni-eski deprem yönetmelikleri uygulamaları konusunda tereddütler duyduğumuz oluyor. Muhakkak ki deprem yönetmelikleri her yenilenişte çıtayı yükseltmekte ve daha güvenli olmaktadır. Ancak deneyimlerimize göre, geçmiş depremlerde taşıyıcı sistemi hasar görmüş yapılar yeni-eski hiçbir deprem yönetmeliğine zaten uymamaktadır. Deprem yönetmeliği, bir afet durumunu standartlaştırarak tarif etmeyi hedeflemektedir. Doğal bir afet olan deprem buna uymak zorunda değildir ve çok şiddetli gerçekleşmesi durumunda herşeyi de yıkabilir. Naçiz kanımca, gelmiş geçmiş deprem yönetmeliklerinden herhangi birine (1997-1975-1968-1961-vs) uygun yapılmış yapılar genel olarak depreme dayanıklı kabul edilebilir. Hedef; yapıların içinde bulunabilecek insanların sağ ve sağlam kalmasıdır.
|