Görüşler |
|
İnş. Müh. Rıza HAYAT DEPREM SONRASI GÜÇLENDİRME PROJELERİ VE UYGULAMALARI Kocaeli Depremi öncesinde ülkemizde yaşanan depremler daha küçük yerleşim ve sanayi bölgelerini etkilemişti. Bu dar bölgelerdeki hasar gören yapıların takviyesi ve güçlendirilmeleri için gerekli proje ve uygulama çalışmaları genel olarak akademik çevreler tarafından organize edilmişti. Serbest proje ve uygulama yapan inşaat mühendisleri; bu konu ile gerek fiilen karşılaşmadıkları, gerekse herhangi bir eğitim almadıkları için konuya uzaktılar. Üstelik hasar gören yapıların takviye ve güçlendirme projeleri ve uygulamaları konusunda birkaç onarım kitabı dışında başvurulacak herhangi bir kaynak yoktu. Halen yetersiz olduğu da bir gerçektir. İstanbul gibi önemli bir yerleşim ve sanayi bölgesinde çalışan inşaat mühendisleri, birkaç günlük yüzeysel bir eğitim sonucu aldıkları yetki belgesiyle (P.M.) takviye ve güçlendirme projesi ve uygulaması çalışmalarına başladılar. Gerek bilgi, kaynak ve birikim eksikliği, gerekse takviye ve güçlendirme yapılacak yapılarla ilgili mevzuat eksikliği özellikle projelendirme sürecinde önemli sıkıntılar yaratmıştır. Uygulamada ise malzeme bilgisi yetersizliği, donanım eksikliği ve deneyimsiz ekipmanlar, istense de doğru sonuçlar alınmasına engel olmuştur. Takviye ve güçlendirme ruhsatları alınması sırasında ise idarelerle problemler yaşanmıştır. Özellikle proje müellifliği ve T.U.S. konusundaki mevzuat eksikliği yetki ve sorumluluk karmaşası yaratmıştır. Tüm bu sorunlar hâlâ çözülememiştir. Bu ve benzer olumsuzluklarla yaşanan iki yıllık süreçte yapılan çalışmaların çok az kısmı bilimsel verilere, zemin ve malzeme araştırmasına, bu veriler doğrultusunda uygun bir güçlendirme tasarımına, projelendirilmesine ve uygulamasına dayanmaktadır. Bu tür yapıların ne yazık ki büyük bir çoğunluğunda bu çalışmalar ya eksik veya yetersiz yapılmış ya da hiç yapılmamıştır. Araştırma, tespit ve değerlendirme, projelendirme sürecinin ve bedellerinin uygulamadan ayrılması, oluşacak proje doğrultusunda uygulama maliyetlerinin çıkarılması ve uygulamaya geçilmesi gerekirken, genel olarak tam tersi olmuştur. Öncelikle yapının güçlendirilmesi için bir bedel oluşturulmuş, daha sonra bu bedel karşılığı kadar mühendislik çalışması ve uygulaması yapılmıştır. Bayındırlık Bakanlığı'nın belirlediği hafif hasarlı yapılar için 600 milyon ve orta hasarlı yapılar için 2 milyarlık ödenekler bu bedellerin tespitine esas teşkil etmiştir. Bu bedellerin oldukça zor ve pahalı olan bu çalışmalar için yetersizliği açıktır. Bu durum güçlendirilecek yapıların projelendirilmesini ve/veya uygulamasını olması gerektiği gibi yapmak isteyen projeci ve uygulamacı inşaat mühendislerini devre dışı bırakmıştır. Güçlendirilecek yapılar çoğunlukla yeteri kadar duyarlı ve ehil olmayanlar tarafından yapılmış ve halen yapılmaktadır. Ne yazık ki ticari kaygılar, kamu yararı ve mühendislik duyarlılığının önüne geçmiştir. Bu nedenlerden dolayı genel olarak güçlendirme uygulamaları çoğunlukla hiçbir ön araştırmaya dayanmamaktadır. Birçok yapının güçlendirme projesi yoktur. Yapının herhangi bir kat planı üzerinde mantolanacak kolonlar işaretlenmiş ya da perde yapılacak aksları belirtilmiş ve bu, uygulamaya esas teşkil etmiştir. Uygulama ise çoğunlukla kalfalara terkedilmiştir. Güvenli yapı üretimi için yapılması gerekenlerle ilgili çok şey söylenmiş, tartışılmış ve önerilmiştir. Burada bu teknik detaylara girmemekle beraber, birkaç hususa değinmekte yarar vardır. Mevcut deprem yönetmeliğinin ilgili maddesine göre takviye yapılacak ve güçlendirilecek yapılar için bu yönetmeliğin tüm maddeleri geçerlidir. Bu durum gerçekçi değildir. Bu nedenle öncelikle bir güçlendirme yönetmeliği derhal hazırlanmalıdır. İnşaat Mühendisleri Odası, daha sonra hazırlanarak önümüze konacak bir yönetmeliğe eleştiri yapmak yerine bir taslak hazırlamalı ve tartışma sürecini başlatmalıdır. Bir başka husus ise bazı yapıların basit ve ekonomik önlemlerle olası bir depremde göreceği hasarlar en aza indirilebilir. Örneğin yumuşak katların güçlendirilmesi yada yapının burulmasının azaltılması gibi önlemler bir mühendislik çalışmasına dayanması koşuluyla belki de o yapıyı göçmekten kurtaracaktır. Ancak bu durumu tespit edip doğru bir tasarım yaparak projelendirme olanağı resmi anlamda yoktur. Çünkü bu durumda ilgili yapının proje mühendisi mevzuata göre eksik iş yapmış olacak ve bu durumdan sorumlu tutulabileceklerdir. Bu nedenle güçlendirme yönetmeliğinde mutlaka yapı iyileştirmesi konusu açıklığa kavuşturulmalıdır. Olası bir İstanbul depreminin sonuçları ile ilgili tahminler ve kaygılar ortadadır. Deprem öncesi yapı üretim süreci de dahil olmak üzere bu durumun sorumluluğu merkezi ve yerel yönetimlerden başlamakta ve sürecin tüm unsurlarını kapsamaktadır. Dolayısıyla bu durumun düzeltilmesi görevi yine bu unsurlara düşmektedir. İlgili her kurum, kuruluş, birim ya da birey yapılamayanların nedenlerini diğer unsurlarda aramaktadır. Oysa herkesin payı ve sorumluluğu vardır. Ancak inşaat mühendisleri olarak mesleğimizi; dışımızda olan ve müdahil olamadığımız ya da olmamızın engellendiği tüm nedenlerden bağımsız olarak, gerek proje üretiminde gerekse uygulamada meslek etiğinden kopmadan, bilimsel değerlere ve kurallara bağlı kalarak, bilimsel gelişmeleri takip ederek ve bilgilerimizi yenileyerek, tüketiciye her koşulda doğru bilgi vererek ve ticari kaygılarımızı toplum yararının gerisinde tutarak sürdürmeliyiz. Güvenli bir yapı üretmenin vazgeçilmez birinci koşulu "inşaat mühendisliği hizmetlerinin doğruluğu"dur. İnşaat mühendisleri olarak unutmamalıyız ki mühendislik hizmeti görmüş güvenlikli ve sağlam bir yapının kişisel onuru öncelikle bize ait olduğu gibi güvenliksiz ve kötü bir yapının da toplumsal sorumluluğu öncelikle biz inşaat mühendislerine aittir. İnş. Yük. Müh. Hasan SULA 17 AĞUSTOS 1999 VE SONRASI DEHŞET ANI 17 Ağustos 1999, geceyarısı saat 3.02; ülkemizin bir bölümünde yaşayan yirmi milyonu aşkın insanımızdan, yirmibinden fazlası, yuva belledikleri yerde, derin uykuda iken, aniden can verdi. İkiyüzbini aşkın kişi yaralandı veya sakatlandı. Geri kalanı ise yaşamlarının olmazsa olmaz koşullarından olan, sıcak, sevecen yuvalarını can düşmanı olarak görmeye başladılar. Ya sonrası? Şok, şaşkınlık, karmaşa ve bir daha görmek istemediğimiz dehşet görüntüleri. DEPREM SÜRPRİZ MİYDİ? Depremle yatıp, depremle kalktığımız günümüzün tam tersi, o günlerde deprem (çok küçük bir kesim dışında) kimsenin aklında yoktu. Ortalık sütliman, hayat devam ediyordu. Oysa, özellikle 1990'lardan itibaren, İnşaat Mühendisleri Odası'nın bu konuda panel, konferans, sempozyum veya bildirilerle ciddi uyarılar yaptığını ben kişisel olarak biliyorum. Belki benzer çalışmaları diğer meslek odaları da yapmıştır. Ne yazık ki bu uyarılar, gelmiş geçmiş hükümetlere, yerel yönetimlere ulaşamadı. Halk kitlelerine ulaşması zaten beklenemezdi. Çünkü uyarıların medyatik yönü yoktu. Denilebilir ki o yılların sonuna doğru, yapı dünyasına yeni ve modern bir deprem yönetmeliği armağan edildi. Doğrudur. Ama henüz hayata geçmemiş yapıların yönetmeliğidir bu. Günümüzün moda sloganları "depremden korkma, binadan kork" veya "depremle birlikte yaşamayı öğren" ve benzeri sloganlar henüz icat edilmemişlerdi. Sonuçta, çok küçük bir kesimin bildiği ve beklediği felakete, hazırlıksız ve önlemsiz yakalandık. DEPREMİN HEMEN SONRASI İleriye yönelik fayda taşımıyorsa, geriye dönük eleştirilerin moral bozmaktan başka işlevi yoktur. Oysa moral yaşam sevincinin kaynağıdır. Bunu söylerken kimsenin alınganlık yapmaması dileğiyle, deprem sonrası, deprem anının dehşetini henüz yaşamakta olan insanımızın morallerini sıfırlayan söylemleri biraz eleştirelim. Deprem öncesi ilgililerinden başka kimsenin tanımadığı (Daha önceleri nerelerdeydiniz?) bilim adamlarımız, yerbilimcilerimiz, televizyon kanallarının "prime time" saatlerine yerleştiler. Söylemleri hatırlayalım. - Bu İstanbul depremi değil, asıl İstanbul Depremi arkadan geliyor. - Marmara denizinin boydan boya yırtılması ile İstanbul 8 veya üstü büyüklükte bir depremle yerlebir olacak. - Adaların dibinden geçen fay her an yırtlabilir. - Zemin durumu bozuk şu, şu, şu semtlerdeki yapılar olacak ilk depremde yıkılmaya mahkûmdur. - Marmara'da, bir değil üç fay var; veya Marmara fayı iki veya üç parçalıdır, vs. Veya tarihsel depremler ele alınmış, 1509 depreminin, tsunamileri ile beraber İstanbul'da yaptığı tahribatlar anlatılmış, bu depremin kaynağının da Gölcük olduğu belirlendikten sonra 1766 Marmara Depremi ön plana çıkmıştır. Bu söylemlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu tartışmak niyetim, bilgim ve yetkim yoktur. Ama, şu bir gerçektir ki, hazırlıksız ve acele ile yapılan bu söylemler, depremden canını kurtarabilmiş insanlarımızı yeni ve süresi belirsiz korku ve dehşet labirentlerine sürüklemiştir. BAZI GERÇEKLER Bu yazının asıl konusu, 1999 depremlerinden iki yıl sonra, İstanbul'da olacağı söylenen yeni deprem hasarlarını önlemeye yönelik çalışmalar hakkındaki bazı düşünceleri ortaya koymaktır. Öncelikle bazı gerçekleri kabul etmemiz gerekiyor. - Türkiye topraklarının yüzde doksandan fazlası, deprem etkileşim bölgesindedir. Bazı kentlerimiz (Erzincan, Kocaeli gibi) fay hattı üstünde, bazı kentlerimiz (İstanbul, İzmir gibi) fay hattı yakınındadır. - Tarih içinde, fay hattı üzerine veya yakınına kurulmuş pekçok antik kent, depremler nedeniyle yıkılmış ve terkedilmiştir. (Savaşlar, salgın hastalıklar nedeniyle başka terketme sebepleri de vardır) - İstanbul kurulduğu tarihten beri (ilk yaşam belirtilerinin M.Ö. 5000 yılları, sürekli yaşamın M.Ö. 700 yılları olduğu ifade edilmektedir) yaşayan bir kenttir. Küçük kıyamet denilen 1509 depreminde bile, İstanbul'daki pekçok anıtsal Bizans ve Osmanlı yapıları ayakta kalabilmiştir. - Özellikle, Marmara Denizi'nin deprem rejimi tam olarak anlaşılamamıştır. Araştırmalar devam etmektedir. - Betonarme konut yapılaşmasının yoğun olarak başladığı 1950'lerin ikinci yarısından günümüze kadar dört ayrı deprem yönetmeliği geçerli olmuştur. 1975 ve 1998 yönetmelikleri dışındaki yönetmeliklerde, deprem zorlamaları genel olarak düşey yük zorlamalarının gerisinde kalmaktadır. - Günümüze kadar zemin-bina ilişkileri çok özel yapılar dışında göz önüne alınmamıştır. - Betonarme konut yapılaşmasının ilk dönemlerinde yer harmanı ve şişleme ile işlenen beton, giderek betoniyer ve vibratörle tanışmış, günümüzde hazır betonla gelişmesini tamamlamıştır. - Beton teknolojisi yanında, genel inşaat teknolojisi de gelişmiştir. - Ara bölme duvarları da şekil değiştirmiş, ilk dönemler daha yoğun, ağır, buna mukabil dayanımlı malzemeler kullanılırken, günümüzde daha hafif ve dayanımsız malzemeler tercih edilmektedir. - Bilim ve bilgisayar dünyasındaki gelişmeler, proje standartlarına da yansımış, ilk zamanlar münferit elemanlar ve çerçeveler şeklinde yapılan analizler, günümüzde yapının topyekün davranışını gözönüne alabilmektedir. - Ülkemizde "ayrık nizam" yapılarda nedense, deprem davranışı açısından olumsuzluğu bilinen kapalı çıkmalı yapılar tercih edilmektedir. (Estetik yeteneklerini konsolla gösterebilen mimarlarımıza ve rant dengelemelerini bu yolla çözebilen yerel yönetimlere duyurulur.) - Yapı denetim mekanizması, uzun yıllar içinde değişmeyen tek olgu kalmıştır. (Tam anlamıyla hayata geçirilemeyen yeni yapı denetim yasası dışında) UYGULAMALAR Elimizde insan hayatını ön plana alan modern ve ciddi bir deprem yönetmeliği vardır. Bu yönetmeliğe uygun projelendirilmiş ve iyi bir denetimle inşa edilmiş yeni yapıların, ufak tefek hasarlar dışında depremlerde etkilenmeyeceği düşünülebilir. Asıl sorun mevcut yapı stoklarıdır. Bu yapıların bir kısmı depremlerden az veya çok hasar görmüştür. Büyük çoğunluk hasarsız olmasına rağmen "depremden korkma, binadan kork" söyleminin doğurduğu dehşet verici belirsizliği taşımaktadır. Bayındırlık Bakanlığı deprem sonrası kaos ortamında, Ekim 1999 yılında depremde hasar görmüş yapıların onarımını veya güçlendirmesini amaçlayan, "proje kontrol müşavirliği" kurumunu gündeme getirmiştir. Talep esasına göre seçilen beşyüzü aşkın firma üç günlük test ve sınav sonucunda, yapıları onarma ve güçlendirme yetkisini almıştır. Olayın büyüklüğü ve o günün koşullarında böyle bir uygulama anlayışla karşılanabilir. Gerçek odur ki aceleyle ve hazırlıksız yapılan uygulamalar pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu uygulama önümüzdeki Ekim ayında son bulacaktır. Bu iki yıl içinde yapılan onarım ve güçlendirme tartışmaları uzun zaman alacak gibidir. Amaca ulaşılamamıştır. Çünkü; - Elde özellikle güçlendirme gibi çok özel bir uygulamayı yönlendirecek herhangi bir yönetmelik yoktur. Esasen böyle bir yönetmeliği hayata sokmak da kolay değildir. Uygulama uygulayıcısının bilgi, beceri ve deneyimine kalmıştır. - Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı üç günlük bir seminer bilgisi ile işe girişen firmaların uygulama hataları yapmış olmaları büyük bir olasılıktır. - Yapı sahipleri uygulamaları genelde anahtar teslim fiyat şeklinde istemişlerdir. Oysa uygulama esnasında projede öngörülmeyen ve fiyatı etkileyen pek çok etken ya gözardı edilmiş veya ihtilaflara neden olmuştur. - Kat malikleri arasında firma ayrımları yapılmış, bir firmanın uygulamasını diğeri tenkit etmiştir. Bu nedenle de kat malikleri arasında olumsuz tartışmalar, anlaşmazlıklar yaşanmıştır. - Yapılan işler tamamen kabul görmemiş, tereddütler devam etmiştir. Firmalar açısından da olumsuzluklar yaşanmıştır. - Firmalar çoğu zaman paralarını zamanında ve tam alamamışlardır. - Ciddi ve sorumlu firmalar, projede öngörmedikleri (örneğin temellerle ilgili sorunlarda) birtakım uygulamaları yerinde tamamlamak istediklerinde karşılığını alamamışlardır. - Haksız rekabetler oluşmuş, sorumlu, ciddi ve ince eleyip, sık dokuyan firmalar, rant kovalayan ve meslek etiğinden yoksun firmalarla rekabet edememişlerdir. Ortama kötüler hakim olmuştur. Bu listeyi uzatmak mümkündür. Sonuç olarak, olay Ekim 2001 de bitmiş olacağından daha fazla üzerinde durmanın gereği yoktur. Üzerinde esas durulması gereken konu mevcut yapıların durumudur. İstanbul sözkonusu ise elde yaklaşık 500.000 (kişisel tahminim) adet yapı, olacağı söylenen muhtemel büyük depremlerin tehdidi altındadır. Bu yapıların büyük çoğunluğu kaçak ve projesizdir. Depremden korkmayalım ama binalarımızda nasıl korunacağız? Şu an için devlet vatandaşa "kendi başının çaresine bak" demektedir. Çare nedir? Deprem öncesi benzer işlemleri mütevazi ücretlerle yapan saygın kuruluşlara, vakıflara başvurulduğunda servet talep edilmektedir. Bu parayı kaç kişi verebilir? Ortalıkta dolaşan ve mensup olduğu kuruluşun itibarını kullanarak talan mertebesinde rant peşinde koşan "ayrık otları" ile nasıl başedilecektir? Kat malikleri arasında konsensüs nasıl sağlanacaktır? Yoksul insanlarımız ölüme mahkûm mu edilecektir? Sorular çok ancak ortalıkta elle tutulur cevap yoktur. Sadece "depremden korkma, binadan kork" sloganı hâlâ kulaklarda çınlamaktadır. BİR ÖNERİ Yukarıda belirtildiği gibi yeni yapılacak yapılar için sorunu çözmek nispeten kolaydır. Elde iyi bir deprem yönetmeliği vardır. İmar yönetmeliklerinde yapılacak iyileştirmelerle (örneğin konsollu binalarla ilgili) olumlu sonuçlara ulaşılabilir. Denetim mekanizması için (tartışmaları uzun sürecek gibi olan) yeni yasalar gündeme gelmiştir. Buna rağmen mevcut yapıların rehabilitasyonu için hiçbir çalışma yoktur. Yerel yönetimler tarafından arada bir medyaya iletilen "olacak depreme hazırız" mesajları, depremden sonra enkaz altından bir-iki can kurtarma ve enkazı en kısa zamanda kaldırma hazırlığını ifade etmektedir. Oysa istenen, binaların enkaz haline gelmesini önleyebilmektir. Yazının bu son bölümünde bu konuyla ilgili bir model önermekteyim. Modelde üç ana unsur vardır. - Saygınlığı, bilgi ve uzmanlığı herkesçe bilinen, bilgilerini her vesileyle meslektaşlarına büyük bir alçak gönüllülükle akıtan (eli öpülesi) üniversite hocalarından oluşan akademik üst danışman kurulu. Görevi, konuyla ilgili her türlü teknolojik bilgi, yönerge (hatta yönetmelik) ile ilgili teorik çalışmaları geliştirmek, benzer sorunlar yaşayan dış ülkelerle bilgi transferleri yapmak. - Mesleğinde bilgi, beceri ve meslek etiği yönlerinden saygınlık kazanmış özel sektör veya kamudan (başka hiçbir işle uğraşmayacak olan) teknik elemanların oluşturduğu "yapı güçlendirme üst kurulu veya kurulları" sistemin beynidir. Yapıyla ilgili her türlü durum tespiti, değerlendirme, projelendirme, denetim konularında söz sahibidir. Gerek görürse akademik üst danışman kuruluşundan görüş alır. Bir alt grup olan danışman mühendislere eğitim, direktif ve görev verir. - Sistemin üçüncü ayağı danışman mühendislerden oluşmaktadır. Bu grupta projeci ve denetimci mühendisler vardır. Başvuru sahibi (yapı sahibi veya proje müellifi) ile ilk teması sağlar. Başvuru sahibi ile üst kurul arasındaki ilişkileri koordine eder. Kuruldan aldığı direktifler doğrultusunda gerekirse proje yapar veya proje yapan proje müellifine danışmanlık yapar. İmalat esnasında danışmanlık ve denetim hizmetlerini iş bitimine kadar sürdürür. Model, kuruluşun döner sermayeli, mali ve etik açıdan denetime açık, teknik ve idari yönden tam özerk olması üzerine düşünülmüştür. Kamusal bir kuruluştur. Sahiplerine vereceği hizmetlerin bedelini kendi tayin eder. Gerekirse ücret almaz. İmalat için iç ve dış fonlardan bulacağı kaynakları kredi olarak ihtiyaç sahiplerine tahsis edebilir. Güçlendireceği yapılara devlet garantisi verir. Modelin ilk bakışta merkeziyetçi ve sorunun büyüklüğü karşısında yetersiz kalacağı düşünülebilir. İlk kuruluş sağlam ve eksiksiz olursa sistem zaman içinde kendi içinde yeni eş kurulları oluşturur ve genişleyerek hem merkeziyetçilikten kurtulur hem de sorunun üstesinden gelebilecek güce erişir. SON SÖZ Ağaçlar ayakta, insanlar yatakta ölmeli. |
|